Selim İleri için…
Fatih-Harbiye’yi ilk okuduğum yıllara geri döndüm. Eseri
ikinci defa okuduğumda, sanki bana ilk okuduğumdan farklı bir şeyler
söylüyordu. Zannediyorum ki, bu tekrar tekrar okumalar, insanın belleğini hep
taze tutuyor. Fatih-Harbiye’yi ortaokul yıllarımda okumuştum. O yıllar,
Doğu kültüründen bir haber yaşar, hep yeniyi arardım. Hâlbuki yeni, eskide
gizliydi.
Eserden uzaklaşalı yıllar olmuş.
Romanda Neriman karakterimiz de, Doğu Kültürü’ne ait hemen her
şeyden bir uzaklık duyuyor, Batı kültürünün etkilerini üzerinde taşıyan Beyoğlu
semtine gezintiler yapıyor, gittikçe çevresi değişiyor… Her fırsatta Fatih’ten
bindiği tramvay, onu Batı medeniyetine doğru götürüyor.
Eserin başkarakteri Neriman, okul yıllarında tanıdığı Şinasi’den
git git uzaklaşıyor.
Daha sonra bu çevrede tanışacak olduğu Macit ile yakınlıklar
kuruyor.
Macit, Neriman’ın nezdinde Batı kültürüyle büyümüş biriydi
ve onunla beraber olmaktan mutluluk duyuyordu. Şinasi ise tam tersi, geleneklerine
bağlı biri. Neriman’ın babası da kızını kendi kültürüne daha yakın olan Şinasi
ile evlenmesini istiyor.
Neriman, Batı kültürü ve medeniyetine ilgisi arttıkça, daha
fazla gece gezilerine çıkıyor, eve geç vakitlerde geliyor. Bu yüzden de Beyoğlu
semti Neriman’ın yeniye açıldığı ilk kapı oluyor. Hatta Neriman karakterimiz
romanın neredeyse başında, şöyle düşünüyor: “Şarklılar kediye, garplılar köpeğe
benziyorlar!”
Bu kanıya nasıl varıyor Neriman?
“Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder
üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş
gibidir; lâpacı, tembel ve hayalperest mahlûk, çalışmayı hiç sevmez. Köpek
diri, çevik, atılgandır. İşe yarar; birçok işlere yarar. Uyurken bile
uyanıktır. En küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır.”
Satır şöyle devam ediyor:
“Şark ve garbı temsil eden bu iki remiz, Neriman’nın
zihninde iki zıt âlemi o kadar müşahhas bir hale getirdi ki epey zamandan beri
kendi kendine halletmeğe çalıştığı muammaların birçok anahtarını bulur gibi
oluyordu; büyük bir kültürü olmayan Neriman, ancak bu basit remizlerin
zıddiyetleri arasında mukayeseler yaparak, kendine göre bazı fikirlere daha
sahip olmaya başlamıştı.”
Bir gün Neriman, Macit’ten bir teklif alır. Bir baloya davet
eder Macit Neriman’ı. Bu baloya nasıl katılacaktır? Son günlerde de eve
sürekli geç geldiği için Faiz Bey (babası) işkillenmeye başlamıştır. Bu balo
daveti üzerine Neriman, evde eskisi gibi taşkınlık yapmamaya, babasının gözüne
girmeye çalışır. İlerleyen günlerde Faiz Bey, Neriman’ı Şinasi ile evlendirmek
ister. Neriman babasından müddet ister. Birkaç ay müddet. Bu sırada, baloda
giyecek elbiseye ihtiyacı vardır. Bunun için dayısının kızlarına başvurur.
Dayısının kızları Batı kültürüyle yetişmiş insanlardır.
Roman Şark-Garp tartışması ekseninde sürüp gider.
Edebiyatımızın uzun yıllar tartıştığı bir konudur bu.
Fatih-Harbiye ve Peyami Safa için şöyle söylemişti Selim
İleri: “Muhafazakar Peyami Safa Fatih-Harbiye’de bir taşıt aracının, tramvayın
gidiş-geliş levhasından esinlenerek, İstanbul’daki Doğu’yla Batı’yı
simgelemektedir. Fatih’te yaşayan Neriman, hayata ilişkin gözlemlerinin ancak
Harbiye’de, Garp zevkiyle donanmış yaşama tarzında giderebileceği kanısındadır.
Güzellik olarak tanımladığı her şey Harbiye’dir.”
Okul yıllarıma geri dönüyorum. O yıllar, güzellik olarak
tanıdığım her şey Batı medeniyetindeydi. Neriman’ın bu iniş çıkışlarını, yeni
bir elbise giyme arzusunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Batılılaşmayı ve
Batılılaşmanın kültürümüze etkilerini
anlatan bu iyi romanı has okura salık veriyorum.
Not:Bu yazım Edebiyat Burada adlı kültür-sanat sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder