11 Mayıs 2020 Pazartesi

Kurşunkalem Portreler: Enis Batur, Portre Yazarlığı, Özür Dilemek


Resim ile Yazı’nın akrabalık ilişkisini nicedir düşünür dururum: Ne derece yakınlıkları, ne derece uzaklıkları vardır, ayırmak güç hâliyle, uzun uzun yazılacak bir konu; fakat resmin bir alanını oluşturan “portre çizimi”nin Yazı’ya benzeş bir yönünün olması gerekiyor.

Portre ressamlığında karşınızda bir konu mankeni vardır. Olmasa da zihninizde bir model seçimi yapmışsınızdır.Yazı’da ise genişletilecek bir konu, bir parça, bir an... Ya da zihninizde izleyecek yolu seçmişsinizdir. Bir hikâye, bir roman, bir şiir okumasının hemen bitiminde, manzaranın tamamını imgenizde canlandırabilirsiniz. Hiç kuşku yok ki, edebiyat türleri kendi içlerinde farklı okumalara da gebe. Örnekse, şiirdeki bir mısrâ, okur’un zihninde canlı bir portre çizmeyebilir her zaman, farklı imajları kombine edebilir. Büyük fotoğraf, okuma eyleminin sonunda peydahlatacaktır kendini, kim bilir? Sonuç itibariyle, büyük resim meydana çıkar, evet… 

Şiirde bir rüya hâli de vardır sonra, rem durmadan çalışır. Yinelemek istiyorum: Kimi zaman birbirinden farklı "paralel portreler", kimi zaman "tek bir fotoğraf" canlanabilir zihnimizde. Ben böyle tecrübe etmişimdir okumayı. Şiir okumasını da… Çok değişik okumalara açık, şüphesiz…
Resim sanatındaysa, -portre çizimi için- karşınızda bir model vardır. 

Yazı, biraz da yalnız işidir. Öyle ki “fanteziler” de devreye girer yazıda.

Oluşan imaj, portrenin kendisi midir, yoksa?

Resimde “fanteziler” yok mudur?

Sanıyorum, türlü okumalara gebe bir konu. Kaldı ki, yukarıdaki yorumlarımın aksine, portre dışı bazı “şey”ler de canlanabilir imgenizde. Bir nesne, bir varlık ?!

Somut örnekler üzerinden gidersek, bir misâl: ”Portre yazarlığı ile portre ressamlığı, çizerliği, fotoğrafçılığı arasında görünen ve görünmeyen ortaklıklar vardır.” diyor Enis Batur:” Kimi zaman tanışmadığınız, karşıkarşıya hiç gelmemiş olduğunuz biridir seçtiğiniz; kimi zaman, yıllara yayılan bir tanışıklık biçimi sözkonusudur. Ne olursa olsun, kim olursa olsun, portresini kuracağınız kişiyi aslında tanımazsınız: İnsan, kimseyi tanımadan ölür, kendisini tanıyacak kadar vakti ve isteği olmamıştır ki başkalarını tanımaktan sözedebilsin.

Portre çizmek, portre yazmak, Enis Batur’un da değimiyle, bir kesite veyahut an’a odaklanan bir uğraştır aslında. Yazı’ya dönmek isterim ben: Bir kişiyi hiç görmemiş olmak, onu tanımamış olmak anlamına gelmez. Herkes herkesi tanımadan ölür, kabul; bir “portre yazarlığı” için ille de “tanış olmak” gerekmez, şüphesiz: Yazacağınız portre, misâl: edebiyatçıysa; size “model” olacak bazı ipuçları bırakır o kişi: Bunlar kişinin eserleridir!

Enis Batur, portrelerini yazdığı edebiyatçıların birçoğunu yüzyüze tanımış olsa da; içlerinde tanımadıkları da mevcut…  Bir yazar, portresini yazacağı kişiyi tanısın tanımasın yine kendisine yansıyan kadarıyla yazacaktır. Batur da böyle yapmış, Kurşunkalem Portreler’de.(Sel Yay.)


Kurşunkalem Portreler’de Enis Batur, retrospektif bir sergi havası yaratmış: Seçmece, sıra sıra dizilen portreler! Ayrıca, isteyen istediği portreden başlayıp, okuyabilir bu eseri. İstediği şekilde “zapp” yapıp, bir diğer isme geçiş yapabilir. Ben Arif Verimli’den başladım. İlginçtir, kitapta diyaloglar şeklinde yazılmış tek portre, Arif Verimli portresiydi. Farklı farklı şekillerde ‘çiziyor’ portrelerini Batur: Kimi tanışlarını anımsatarak, kimi portresini yazacağı kişinin eserlerini tanıtarak, kimi de bir telefon görüşmesinden yazıya yansıyan halkalar şeklinde… Kimi zaman da, bir portre yazımında, bu üçünü harmanladığı da oluyor. Açıkçası, bu, oldukça profesyonellik isteyen bir durum. Bu anlamda Yazı’nın hamurunu iyi yoğuran bir yazar Enis Batur.

Öte taraftan, “portre yazmak”, bir bakıma, özür dilemektir de sanki: Temkinli olmak gerekiyor… 

Burada Paul Valêry’nin resim hakkında bir yorumunu okumak isterim: 

"Resim üzerinde konuşmaya kalkışan kişi sürekli özür dilemek zorundadır.” 

Özür dilemekten çekinmemeli. Kaldı ki, bir portre yazıyorsanız, o kişiyi bir başkasına tanıtıyor oluyorsunuz. Bu oldukça “riskli” bir durum. Yazı’nızı “dedikodu”ya çevirmeden kotarmalısınız.

Kurşun Kalem Portreler’de, beni en çok sarsan portre, Mina Urgan’ın Hâşim Portresi adlı başlıkta kaleme alınmış,(ne çok portre dedim ve diyeceğim.)Enis Batur’un Minâ Urgan Portresi oldu. Bir önceki paragrafımdaki yorumumu açacak cinsten de bir yazı, Minâ Urgan’ın Hâşim Portresi… 
Giriş sahnesinden tombulca bir paragrafı, daha doğrusu geniş bir metni yazıma dâhil ediyorum, 

Batur’dan okuyalım:

”Minâ Urgan’ın anılarında beni en çok etkileyen portre Ahmet Hâşim’inki oldu: Şairle ilgili bütün yazılanları okudum sanıyorum, onu böyle çizenine rastlamadım. İşte aynı hikâye: Minâ Urgan’ın Hâşim portresi nesneldir, yansızdır diyemeyiz, nasıl deriz; şurası açık ama: Hâşim’e yakınlık duymasaydım, duymaya başlardım o satırların ardından; duyuyordum, duyduğum yakınlık böylece arttı. Tam tersi, Yahya Kemal konusunda geçerli: Minâ Urgan’ın “Vuslat” şairi portresi oldukça acımasız; gerçi, daha önce okuduklarımızı doğruluyor bir yanıyla, ama ilk kez bir Yahya Kemal portresiyle karşılaşacak okur(genç okur) için ciddi bir antipati kaynağı oluşturabilir o satırlar. Şunu demeye çalışıyorum: Kalemi önce kendinde denemeli anı yazarı, deneyebilmeli ki öteki konusunda da hak sahibi olsun.”  
Enis Batur’un, iki sivri uç olan Hilmi Yavuz ve Özdemir İnce portreleri arasında bir hakem görevi gördüğünü, “Enis Batur I” adlı yazımda yazmıştım. Burada daha uç bir örnekle devam etmek isterim: Enis Batur’un, Engin Ardıç portresi! 

Batur, Ardıç’ın portresini çizerken, öncelikle kısa bir açıklama getiriyor: “(…)Engin Ardıç’ın genel olarak sevilmediği, tepki uyandırdığı, hatta itki uyandırdığı bir gerçek.” diyor. 

Evet, Batur’un değindiği gibi, Engin Ardıç’ın uslûbu çoğunluk tarafından eleştiriliyor. Hattâ, hakaretlere varan bir şekilde tepki de verenler oluyor Ardıç’a. Ama bir portre yazımında, Enis Batur’ın, “Minâ Urgan’ın Hâşim Portresi” adlı denemesine de atıfla, bir kişiyi tek tarafıyla ele almak ne derece doğru? 

Ve yazılan portreniz ne kertede nesnel olabilir burada?

Enis Batur’a dönüyor ve yazıma son vuruşu yapmak istiyorum: Enis Batur’un da Engin Ardıç’tan, çeşitli sebeplerden ötürü, pek hoşnut olmadığını yazdığı denemeden hemen çıkarabiliyoruz. Şöyle söylemiş Batur, Ardıç için: 

“Bana derin bir muhabbetle bakmadığını hakkımda yazdıklarımdan biliyorum."

Ama gelin görün ki, Engin Ardıç’ın portresini çıkarırken, nesnel ölçütlerle davranmış Batur. Bu da yazarlık ahlakıyla bağlantılı olsa gerek.  

Uzunca bir alıntıyla bağlayalım:  

”Kendisi bunun farkında mıdır ya da bir başkası bunu dile getirmiş midir bilmiyorum, ama Engin Ardıç’ın konuşmaları bana dilimize yapıtları henüz kazandırılmamış olan, başyapıtı ‘bir gün’ Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak Louis-Ferdinand Cêline’i çağrıştırıyor. Cêline, bir tür konuşma diliyle yazardı. Kendi sesinden bir radyo konuşmasını dinlediğimde, onun konuştuğu gibi yazdığını anlamıştım. Sert, saldırgan, ünlemli bir deyiş kurmuştu romanlarında: Özgün, kimseye benzemeyen bir anlatım. Faşistti Cêline, ama öylesine güçlü bir yazardı ki, Gecenin Dibine Yolculuk Elsa Triolet-Aragon ikilisi tarafından Ruscaya çevrilmişti. Öte yandan, “tipik” bir faşist de sayılmazdı: Hayatı boyunca fakir fukara için bedava hekimlik yapmıştı. Engin Ardıç’ın faşist olmadığı ortada, onun tavırlarına ve üslûbuna yer etmiş köktenci mühür, daha çok ruhsal yapısıyla ilgili olsa gerektir. Yazdıklarını beğenmediğimi söyledim ya, son yıllarda konuşma deneyiminden kazandıklarını Cêline gibi yazı deneyimine aktarabilirse, başarılı bir romancı çıkabilir ondan. Kültürlü bir insan Engin Ardıç. Onu gazeteci kimliğiyle sınırlı görmek, buzdağını hesaba katmamak olur. Yazko Çeviri’de yıllar önce yayımladığı çalışmalarını anımsıyorum da, birikimli bir insan olduğunu göz önünde tutmak gerekir diyorum.”

Enis Batur, (denemesinde) Engin Ardıç’ı, Cêlini gibi ağır bir karşılaştırmayla geçiştirmiş olsa da, nesnel bir değerlendirme de yapmakta aslına bakılırsa. Öyleyse, Minâ Urgan’ın Hâşim Portresi adlı denemeye dönebiliriz: Ahmet Hâşim’i, bir başka ağızdan tanımak, bazı önyargılara gitmemize sebep olacaktır, bir okur için: Hiç tanımadığımız bir şahsı bir başka kişi tarafından tanımanın riskleri ortadayken; portre yazarlığı yapmak/yapabilmek de, Valêry’nin sözünü değiştirerek söylersek; bir kişi üzerinde konuşmak/yazmak, sürekli özür dilemeyi de gerektiriyor bana kalırsa.

Aksi halde değişik etki alanlarından zihnimize yansıyan imajların doğruluğunu nasıl onaylatabiliriz?

Not: Ayna İnsan Dergisi'nde yayımlanmış.

26.04.2014









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder