Enis Batur’u, uzun yıllara yayılan “okuma-yazma” tarihimde -sürekli- bana ilhamını aşılayan “velûd” bir yazar olarak im’lemişimdir beynime. Çoğu “okur-yazar” gibi, ben de, Enis Batur’u böyle tanıdım: Doğurganlığıyla.
O’nun zengin kültür birikiminden beslendim, besleniyorum. Yazma tutkusuna her satırda yeniden yeniden âşık oldum, oluyorum. Ben de yazdım, yazıyorum.
Ve doğal olarak, yarattığınız böyle bir imgeyle gezinirken, Enis Batur’un çok yazması hakkında çeşitli söylentilere kulak kesiliyor insan.
Geçenlerde bir Blog yazarı, Batur’un “yazma hızı”nın hesabına girişmiş. Açıkçası, yazmayı kışkırtan bu ‘araştırma’ merak güdümü gıdıkladı. Blogcu’nun tespit edebildiği kadarıyla, Enis Batur’un yüz elli (150) eseri mevcutmuş. Bunlardan yüz yirmi beş(125)inin sayfa adedini dikkate alabilmiş araştırmacı. Benim bildiğim, Batur’un kitaplarının iki yüz(200)’e doğru yol almış olması.
Araştırma, 1952 doğumlu yazarın on sekiz yaşında yazmaya başladığını belirterek, kırk üç yıldır aktif olarak yazdığını ortaya koyuyor. (Sanıyorum, araştırmanın üzerinden epey vakit geçti, yeni bir hesap-kitap tartışması açılmalı şimdi.) Toplamda 28.074 sayfa yazmış Batur ve yazdığı gün sayısı kırk üç(43) yıla tekâbül ediyor. Yâni Enis Batur, 43 yıl boyunca her gün yazı yazmış. Ayrıntıya girmeden sonucu veriyorum: Günlük ortalama sadece 1.78 sayfa yazmış üstad.
Batur’un “Dolmakalem” başlıklı yazısını bir hatırlayalım:
“(…)benim ortalama ritmim günde 2.5 sayfadır, bu ortalamada yol aldığımda yazım değişmez pek, gelgelelim üç-dört haftalık bir “izin” dönemindeysem, tempom üç-dört katına fırlar (Paris’te altı ay kaldığım dönemde günlük ortalamam 7 sayfayı aşmıştı örneğin) elyazım biraz gevşer, yer yer düpedüz çirkinleşir-bir “graphologue” inceleyecek olsaydı, kimbilir hangi sonuçları çıkarırdı.”
Öte taraftan sosyal medyada denk geldiğim bir konuya da yer vermek istiyorum. Enis Batur’un yazdıkları ne kadar şiir, ne kadar deneme, ne kadar roman meselesi. Ben kendimi bu hususta görüş bildirecek kadar yetkin görmüyorum. Ama sosyal medyada birtakım ‘okur’lar görüşlerini çala-kalem yazıyorlar. Kanımca ya hakim olmadığınız konu hakkında yazmamak ya da ille yazılacaksa eleştirel bir yaklaşımla metin üretmek gerekiyor. Diyelim bir yazara, kişisel nedenlerden ötürü bağlanmışsanız, ya da tam tersi bir şekilde hoşnut değilseniz, bu ön yargılarınızı kırmak oldukça zor olabiliyor. Bu noktada, bir okur olarak nitelik meselesini tartışmaya açmak gerek. Amacım burada eleştirel yaklaşımı vurgulamak. Benim zihnimi kurcalayan, eleştiri ortamımızın biraz daha “esnek” çizgiler üzerinden gitmemesi! Katı kuralcılık, önyargı, ister istemez insanın canını sıkıyor-benim gibi dengeyi, ölçülülüğü önemseyen biri için. Öte taraftan, bir yazarı eleştirmek, hatta yazdıklarını yerden yere vurmak eleştiriye dâhildir doğal olarak, bilmiyor değilim.
Türkiye’de eleştiri yalnızca “taraf” olmanın getirdiği birtakım psikolojik yaklaşımlardan ibaret gibi geliyor bana. Bu gibi yaklaşımlar, olsa olsa, tez çürütmenin dışında, sanal bir zafer kazanmanın, daha Türkçesi, günü kurtarmanın uçucu mutluluğudur. Edebiyat yapacaksanız, asıl mutluluk, yazmaktır!
Bir yazarsanız, “yazarlık” iddianız varsa, üstelik Enis Batur gibi yetkin bir edebî kişiliğe karşı eleştiri getirecekseniz/geliştirecekseniz en az Enis Batur kadar bu düşüncelerinizi -eleştirinizi- kaleminizden kâğıdınıza düşürmeyi başarmanız gerekmektedir. Dedikodu işin kolayına kaçmak olacak. Gelgelelim, “haramla beslenen yazarlar” listesi hazırlamak gibi kolaycı yaklaşmak da bir seçenek, seçenekse. İşte şimdi “karalama”yla “eleştiri” arasındaki o kalın, kırmızı çizgiyi burada çekmeli!
Enis Batur -hâlihazırda- edebiyatımızda, yazıyla sıkı derecede çarpışmayı göze alan/göze alabilen birkaç isimden biri olarak kalmayı sürdürüyor. Her geçen gün yazdığı kitapların sayfa sayısını yükseltmekte yazarımız. Michel Foucault ne mânâda söylemiş, bilemiyorum ama: ”Konuşmanın artık mümkün olmadığı noktada yazmanın gizli, zorlu, biraz da tehlikeli tılsımını keşfederiz.” demiş. İyi ki de söylemiş. Enis Batur, tehlikeli sularda dolaşmayı göze almışken, karşı duranlar kalemlerini kullanmaktan aciz mi kalıyorlar, yoksa?
Galiba Türkiye’de manzara bu!
Türkiye’nin tek “velûd yazar” ünvanlı “kalem erbâbı”mızın avukatlığına soyunmak için değil elbette bu söylemlerim; Enis Batur’u daha sıkı okumaya başlayarak, yazılarıyla çarpışmanın tam da sırası diyerek nitelikli edebiyatı tartışmaya açmak.
Siz de açın isterim.
Not: Edebiyat Burada adlı kültür-sanat ve edebiyat sitesinde yayımlanmıştır.