Maî ve Siyah’ı okuyunca yirmili yaşlarıma doğru gittim. O zamanlar, yani ilk gençlik diyebileceğim yaşlar… Halid Ziya’nın bedbaht karakteri gibi, henüz yirmi iki yaşımda, yalnız, bir ümidi gerçekleştirmek için… Yazar olmak, herkesçe tanınmak, hayatımı zehirlediğim edebiyat âleminin bir gün yüksek zirvelerine çıkabilmekti hayalim. İtiraf etmeliyim ki, Mai ve Siyah”ın baş kahramanı Ahmet Cemil’i kendimle özdeşleştirmiştim.
Romanı okuyup bitirdikten sonra, üzerine bir de makale okumuştum: (Ahmet Cemil’in İstanbul’u/Selim İleri). Edebiyatımızın çok şey borçlu olduğu yazar Selim İleri de, gençliğinde okuduğu roman için, yazdığı makalesinde; “Roman boyunca kendimi Ahmet Cemil’e benzetmiştim.” diyor.
Ahmet Cemil karakteri, kim bilir kaç kuşak daha, yazar olma hayali taşıyan okuru etkileyecek…
Bu içli romanda öne çıkan konular birtakım karşıtlıklar üzerinden yürüyor.
Romanda eski-yeni edebiyat tartışmaları ve Ahmet Cemil’in düş kırıklıklarını okumak hüzünlendiriyor. Bu yüzden belki dönemler arası anlatım biçimlerimiz değişse de, tartışmalarımız değişmiyor.
Sözgelimi eski kuşak şairlerin tartışmaları günümüze de sirayet etmiş. Şimdilerde de Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı, Attilâ İlhan’ı sevenler; İlhan Berk’i, Turgut Uyar’ı, Ece Ayhan’ı, Edip Cansever’i yeni şiire açıldıkları için hoş karşılamıyorlar. Genele vurmuyorum fakat böyle bir algının da olmadığı söylenemez. Dolayısıyla şiirimizde eski-yeni tartışması hâlâ sürüp gitmekte.
Düşünüyorum da, Halid Ziya Uşaklıgil, dönemin basım-yayın hayatını eleştiren romanında ( Servet-i Fünun’da 1897’de tefrika ettiği Mai ve Siyah) yüz küsur yıl sonra, günümüzün acımasız yayın dünyasına da göndermeler yapmış sanki.
Romanda Ahmet Cemil karakteri yeni şiiri temsil ederken, Raci karakteri eski şiiri temsil etmekte. Romanın merkezini şiir sanatı oluşturuyor, diyebiliriz. Ahmet Cemil’in yazdığı, yazmak istediği şiir!
Evet, istediği şiiri yazmak istiyor Ahmet Cemil…
Bu yazmak istedikleri mai (hayal) ile başlıyor, siyah (gerçek) ile sona eriyor. Çok etkilendiğim bir bölümdür: Yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin köşkünde, uzun seneler yazmış olduğu şiirleri yakıyor Ahmet Cemil. Romanda uzun uzun anlatılıyor bu bölüm. Böylece, Mai ve Siyah, Ahmet Cemil’in yaşadıkları üzerinden, dönemin acımasız basım-yayın hayatını da ağır bir şekilde eleştirmiş oluyor.
Halid Ziya Uşaklıgil’in Kırk Yıl (hatıraları) adlı kitabında Mai ve Siyah için şu satırları okudum:
“Bunu (Mai ve Siyah’ı) başka türlü tasarladım. O zamanın hayatından, idaresinden, memlekette teneffüs edilen zehirle dolu havadan mustarip, hastalıklı bir genç, kısacası devrin bütün hayalperest yeni nesli gibi bir bedbaht tasvir etmek isterdim ki, ruhunun bütün acılarını haykırsın, coşkun bir delilikle çırpınsın ve bütün emelleri parmaklarının arasından kaçan gölgeler gibi silinip uçunca, o da gidip kendisini, ölmek için saklanan bir kuş gibi, karanlık bir köşeye atsın. Bu gençte bir aşk yıldızı, bir sanat hayali olacaktı ve bunların arasında bir sarhoş gibi yıkıla yıkıla, o duvardan bu duvara çarpa çarpa çekilip gidecek, nihayet bir kovukta sinip can verecekti, mavi hayaller içinde yaşamak için yaratılmışken, siyah bir uçuruma yuvarlanacaktı.”
Tam da Halid Ziya’nın hatıralarında tarif ettiği gibi, romanın başında Ahmet Cemil, Mir’at-i Şuûn (Olayların Aynası Gazetesi) yazarları için yapılan bir yemekte hayallere dalar… Ahmet Cemil’in gökyüzüne baktığı bir anda, elmas yağmuru tâbiri zihninden geçer. Bu elmas yağmuru, Ahmet Cemil’in hayalleridir. Romanın sonunda hayalleri kırılan Ahmet Cemil, annesiyle birlikte uzaklara yolculuk yapar. Yani, ötelere gitmek ister. Bu yolculuk esnasında da, yine karanlık geceye bakan Ahmet Cemil, bu defa siyah inci sözüyle tâbir eder gökyüzünü.
Romanda, Mai (hayal): Ahmet Cemil’in düşleri; siyah (gerçek): düş kırıklıklarıdır.
Elbette Maî ve Siyah bu eksende okunmalıdır.
Not: Edebiyat Burada'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder