12 Haziran 2020 Cuma

Üstad Attilâ İlhan



Üstad Attilâ İlhan’ın aramızdan ayrılışının dördüncü yılında yazıma onun bir şiiri ile başlamak istiyorum:

“son yolcunun adı attilâ ilhan’dı/miyoptu kısa boylu bir adamdı/dostu yoktu yalnızlığı vardı/yazı makinesiyle binmişti/bizimle konuşmaktan çekinmişti/gözlerini görseniz korkardınız/polis’ten kaçıyordu derdiniz/bir cinayet işlemişti derdiniz/hâlbuki kendinden kaçıyordu.”

Attila İlhan’ın tatyos’un kahrı adlı şiirinden bir demet.

Flashback: Bostancı’dan Taksim otobüsüne binmiştim, sırtımda çantam ve çantamın içinde “kimi sevsem sensin” adlı şiir kitabı. Üstadın aramızdan ayrılışından birkaç ay evvel. O sıralar kendimi kaptırmışım bir şiir okuma sevdasına gidiyor. Attilâ İlhan’ın şiirlerinin neredeyse tamamını o yıllarda okumuştum. Yanımdan hiç eksik etmezdim kitaplarını üstadın. Otobüste, vapurda, dolmuşta, parkta, kısacası her yerde ve her zaman yanımda bir Attilâ İlhan şiir kitabı. O gün, çift katlı otobüsün içinde Boğaz Köprüsü'nden geçerken not defterimin üzerine bir şiir karaladım.

Saklı Sevda:

“bir sevda buldum gizlenmiş/yıllar boyu saklanmış neden/şimdi esrarengiz bir bahtiyarlık/bir ukte çözülmüş inzivamdan/ne söylesem daha az/sonsuz kere daha çok yaşasak/konuştuklarımız hep aşk/nedense vazgeçilemiyor tutsaklığımızdan/tutsaklığı sevmemizden/bir sevda buldum gizlenmiş/yıllar boyu saklanmış neden”

Şiir yazmak dedim, kendi kendime… Öyle değil… Yok, o kadar kolay değil… Henüz Attilâ İlhan denizinde yüzmeden… Hayır. Ve henüz kendi öz kültürünü, tarihini, değerlerini özümsemeden, tabii ki hayır.

Yazmak. Belki bütün macerayı anlatarak yazmak.

Bir bakıma toprağımızın da kavgasıdır Attilâ İlhan şiiri. 

Ne yalan söyleyeyim bu şiiri, Attilâ İlhan’ın ‘’saklı sevda’’ adlı şiirinden etkilenerek kaleme almıştım.

Ve Taksim’e vardık. Beyoğlu’nun o meşhûr tramvay yolu istikâmetindeyim. Eski asker arkadaşlarımla buluşmuş, yürüyoruz. Nasıl da bırakmamışız birbirimizi.

İşte tam karşımda, o son yolcu Attilâ İlhan. Geliyor…

“Üstad Attila İlhan’ı gördünüz mü?”

Rahatsızlık vermek istemedim o an ve geçip gitti Attilâ İlhan. Beyoğlu’nun o kalabalığı arasında neredeyse kaybediyordum büyük şâiri. Birkaç adım yürüdüm ve geri döndüm. Yanımdaki arkadaşlarımı bıraktım birden. O'na koşuyordum. Kaybetmek istemiyordum.

Yetiştim de...

İşte o koca dev, gerçekten de ‘’tatyosun kahrı’’ gibi bana bakıyordu. Bir başına, yalnız, kısa boylu ama bir o kadar da dev!  Yalnız, görseydiniz Attilâ İlhan’ı, o an kendi büyüklüğünden kaçıyordu derdiniz.

Büyük şaire “merhaba hocam” derken, ‘‘tatyos’un kahrı’’ zihnimden akıp geçti. O an çıkarıp kalemimi ve defterimi yazmak istedim duygularımı. Geç de olsa akşam eve gidince düştüm notumu.

Sırt çantamdan kitabını bulmaya çalıştım, heyecandan titriyordum. Benzim solmuş, ellerim tutmaz olmuştu. O kalabalık kitaplarımın arasından en nihayet buldum:

“kimi sevsem sensin"

Kafamı kaldırdım ve Attilâ İlhan’la göz göze geldim. Beyoğlu'nun göbeğinde benim için imzalamıştı kitabı:

“Volkan’a dostça…”

İmzâ sanki padişah tuğrası!

Bu, Attilâ İlhan’la ilk ve son görüşmemiz oldu.

İki-üç ay gibi kısa bir süre sonra kaybettik üstadı. Yaşadıklarım film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Hayatımda ilk defa bir şair için ağlamıştım vefat haberini aldığımda.

Ve sizlerle paylaştığım için de mutluyum. Bir devre tanık olmanın mutluluğu bu!

Attilâ İlhan bir devirdi. Onun vefatıyla bir devir kapandı, gitti. Geriye ne kaldı peki ?

Gelecek nesillere bıraktığı altın değerinde sayısız eser.

Not: Bu yazı, Attilâ İlhan’nın vefatının dördüncü yılında, Anadolu gazetesinde, Edebiyat Kahvehânesi adlı köşemde yayımlanmıştı.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder