12 Haziran 2020 Cuma

Şair Evlenmesi'nde Mahalle Baskısı



Klâsik eserlerimizi tekrar tekrar okuma alışkanlığını değerli yazarımız Selim İleri’nin yönlendirmeleriyle edinmişimdir. Yazar, çoğu makalelerinde değinir bu tekrar tekrar okuduğu kitaplara; biz okurlara yıllarca usanmadan tanıtır. 

Geçenlerde, Şâir Evlenmesi’ni tekrar okudum. (Akademi Kitabevi,1996)
           
Edebiyatımızın Avrupaî, yani Batılı anlamda ilk tiyatro eserinin, Şinasi’nin Şâir Evlenmesi olduğunu hemen hepimiz biliriz de, acaba ne kadar sayfalarını çevirmiş, okumuşuzdur toplam yirmi altı sayfalık eseri? 

Evet, bizim için Şinasi’nin eseri, yalnızca Batılı anlamda ilk tiyatro eserimizdir.

Hâlbuki bu ilk esere, Selim İleri gibi söylersek, farklı görüngülerden yaklaşılabilir. “Bir perdeden ibaret bir komedi olan Şâir Evlenmesi’nde vak’a gayet basittir. Genç bir şâir ve biraz da züğürt olan Müştak Bey, görüp sevdiği Kumru Hanım’la evlenmek istemektedir. Genç kızın bir de yaşlı, çirkin ablası vardır. Düğün günü, Kumru Hanım yerine, ablası Sâkine Hanım’ı gelin kıyafetine sokup Müştak Bey’in karşısına çıkarıyorlar. Geveze Yenge Kadın ile Kılağuz Kadın, mahalle halkını toplayıp, nikâhı kıymış olan İmam’ı da çağırtarak, Müştak Bey’e zorla Sâkine Hanım’ı vermek isteseler de, şâirin arkadaşı Hikmet Bey, bu hileli işe müdahale ederek, İmam’a rüşvet verir.” 

Genç bir şâir olan Müştak Bey, beğendiği ve sevdiği Kumru Hanım’la evlenmek istemektedir. Ancak düğün günü Kumru Hanım yerine yaşlı ve çirkin olan ablası Sâkine Hanım gelin kıyafetine sokularak evlendirilmeye çalışılır. Burada bir mahalle baskısı sezilmektedir açıkçası.
           
Hemen oyunun başlarında Hikmet Efendi karakteri şöyle der: “Hikmet Efendi: Sakın Kumru Hanım’ın yerine, onu yana verip bir de dek (hile, dolap kurup) etmesinler? Âlem bu ya, zira büyük dururken küçüğü kocaya vermek âdet değildir.” Alıntıdan da anlaşılacağı üzere bir âdetten söz açılmaktadır. Mahallenin baskısı iyiden iyiye hissedilmektedir. Sonra Eb’ul-Lâklâka karakteri:  “Almalı ya… Almazsa ırzına leke sürmüş olur.(Mahalleliye) Öyle değil mi, komşular?” der.

Şinasi’nin eserini okuyunca bazı dergileri de karıştırdım. Ergün Yıldırım’ın bir makalesini de okumuş oldum. Türk Edebiyatı Dergisi 2008 Haziran sayısında Ergün Yıldırım, Mahallede Modernlik Arayışı adlı makalesinin başında şöyle bir açıklama yapıyor: “Sosyoloji, toplumu anlamaya yönelen bir etkinliktir. Toplum ise kendisini çeşitli tarzlarla ortaya koyarak anlatır. Bunlardan biri de edebiyat çalışmaları oluşturmaktır.” Devam ediyor Ergün Yıldırım: “Geleneksel toplum biçimlerinde mahalle bir cemaat alanıdır.”

Esere dönecek olursak, mahalleli bir cemaat mantığı ile birlikte hareket etmiş ve Kumru Hanım yerine Sâkine Hanım’ı gelin kıyafeti içine giydirmiş diyebilir miyiz ?!

Elbette öyle !

Diyaloglardan alıntılıyorum:

“Atak Köse: İstemeyiz
Hikmet Efendi: Ne istemiyorsunuz?
Atak Köse: Ben ne bileyim, mahalleli istemeyiz diyor, ben de öyle diyorum. Elbette onların böyle deme hakları vardır…
Hikmet Efendi: Ay mahallelinin neden hakkı var?
Atak Köse: Hakkı olduğunu pek yavuz bilirun, amma bak doğrusu neden hakkı olduğunu bilmen.
Hikmet Efendi: Öyle ise bilmediğin şeye neden karışıyorsun?
Atak Köse: Vay ben neye karışman? Ben de bu mahallenin galbur üstüne gelenlerinden değil miyim?”

Bu anlamda da her ne kadar Hikmet Efendi ve Müştak Bey karakteri modernliği temsil etse de, mahalle, baskı unsuru olarak önümüze çıkmaktadır. Dönem için zor da olsa, hilenin farkına varan Müştak Bey, buna direnir ve oyunu bozmak ister. Ancak tutumu, mahallelinin, mahalle bekçisinin, mahalle imamının ve mahalle esnafının baskısıyla karşılaşır. Bütün mahalle, Müştak Bey’i nikâhlamaya zorlar. Bunun üzerine Müştak Bey’in arkadaşı Hikmet Bey, mahalle imamı Ebullaklaka’ya rüşvet yedirerek bu hileyi bozar ve sonunda şâir sevdiği Kumru Hanım’la evlenir.

Mahalleli, eserde başlı başına bir karakter olarak da karşımıza çıkıyor: Baskıcı toplumun sözcüsü bir merkez karakterdir mahalle.

Müştak Bey ve Hikmet Bey modernliği temsil ettiğini söylemiştik. Selim İleri, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye ve diğer romanları için İstanbul, Hatıralar Kolonyası adlı kitabında şu yoruma varıyor: ”Peyami Safa İstanbul’u ikiye ayırıyordu: Fatih ve Harbiye. Doğu ve Batı. Sözde Kızlar’da Doğu’yu, Milli Mücadele’ye hazırlanan Anadolu temsil eder. Ama öteki romanlarda, Doğu, hep İstanbul’un inanca, geleneğe bağlı, en eski semtleridir.”

Bu bağlamda Şinasi’nin eserinde, Batı’yı, -yani modernliği-Müştak Bey ve Hikmet Bey temsil ederken, Doğu’yu, -yani geleneği- ise söz konusu olan mahalleli ve diğer karakterler temsil etmektedir. Eserde ağırlıklı olarak “mahalle baskısı” hissedilmektedir.
           
Bu denemeyi yazmadan önce Selim İleri’nin bir sözünü anımsamıştım: “özümsenmemiş eserlerle dolup taşar edebiyatımız. Fakat onların intikam gücünü yaşayarak ödüyoruz.”
           
Evet, hâlâ!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder