9 Kasım 2024 Cumartesi

İki

 1

Yeni taşınmışlardı. Eşyalarını düzene koymuş, kendi zevklerine göre dekore etmiş, yorgunluk kahvelerini içiyorlardı. Sabah çöpleri almaya gelen kapıcı, “Çok sakindir buralar, kafa dinlersiniz"demişti "muhatap olacağınız tek kişi ben olurum."

Cemil, etrafına göz gezdirdi... Kahvesini yudumlarken, evin ne kadar konforlu olduğunu düşündü. "Her şey düşünülmüş, ne iyi... Doğal gazı, kapıcısı olan bir ev…odalar da ferah ferah, üstelik her şeyden de uzak..."
Şehrin gürültüsünün uğramayacağı bir yer. Ürkmüş müydü? İlk izlenimleri bunu göstermiyordu. Her şeyden uzak olunacak bir yer, kafa dinlenebilecek...

"Ne düşünüyorsun, nasıl buldun ?" dedi Cemil.
"Valla benim için fark eden bir durum yok, biliyorsun evde durmayı seven biri değilim. Ayrıca bütün günüm zaten işte geçecek, son zamanlar üstüme çok yük bindirdi gazete. Eve ve sana pek zaman ayıramayacağım açıkçası."

Kısa bir sessizlik!

Cemil, kahvesinden son bir yudum aldı ve kalktı. Lavaboda yüzünü yıkadı. Yüzünden aşağı akan suları elleriyle sıvazladıktan sonra aynaya, kendine baktı.

"Kendini beğenmiş adam, ne olacak !"

Fikret, kapısı aralık tuvaletin aynasına doğru atıldı birden;

"Kime diyorsun?"

"Bir şey demedim, yoruldum çok, artık uyuyalım mı ?"

Sabah güneşinin ışığıyla yeni bir güne başlanmıştı. Uyku sersemi yatağın camından vuran güneşe baktı Cemil. Ürktü birden! Odalara tek tek bakındı. Fikret yoktu! Cemil'den önce kalkıp, işin yolunu tutmuş olmalıydı. Sabahı aydınlatan güneşle birlikte banyonun yolunu tuttu Cemil. Önce yüzünü yıkadı.
"Bütün geçmiş silinsin, yeni bir gün beni bekliyor."
Kahvaltı yapmalıydı. Her zaman yaptığı gibi kahve hazırladı kendine. Sigara paketini akşam Fikret ile kahve içtiği salonda, masanın üzerinde bıraktığını hatırladı.
Salonun içinde yalnızlığıydı duran.
Sigarasını yaktı, kahvesinden ilk yudumu aldı. Yazmakta olduğu, bir türlü ilerletemediği romanını zihninde sürrealist bir resim gibi hatırladı. İlerletemediği romanın hayal meyal-bölük pörçük- resmini çizdi zihninde. Olmuyordu. Çizdiği resim bir türlü ideal boyutlarına ulaşamıyordu. İstediği şekli alamıyordu. Ev düzene girse, başlayacaktı. Fırsat bulamamıştı. Neredeyse bir aydır bu taşınma işlemlerinden dolayı romanı tek sözcük ilerlemiyordu.
Oturduğu yerinden kalktı, odaları tek tek dolaştı. Fikret için hazırladığı odaya baktı önce. Çalışma masası, kitaplık, duvarda asılı Nevin Çokay tabloları, kitap okuma koltuğu. Antika fotoğraf makineleri, radyolar, annesinin çizmiş olduğu Sultan II. Mehmet'in karakalem eskizi, birçok eşya antika vitrinin üzerinde gelişi güzel bırakılmışlardı. Tozları alınmış taş plaklar. Kitaplığa özenle yerleştirilmiş süs eşyaları arasında bir de kum saati vardı... Fotoğraf albümleri yerlere saçılmış. Siyah -beyaz fotoğraflar! Zaman tüneline girmiş gibi hissetti kendini. Bütün bu kalabalıklar içinde yalnızlığından kurtulmak ister gibi bir hali vardı.

Her şey... Evet, her şey değişebilirdi. Şimdi, burada, yeni kiraladıkları evde.

Fikret, eve girdiğinde her şeyi düzenli görmesini istedi birden. Akşama kadar yetiştirebilmeyi düşündü. Hem, ev düzene girerse, bir an evvel yazmakta olduğu ama bir türlü ilerletemediği romanına zaman ayırabilecekti. Akşama kadar evi toparladı. Her şeyi düzene koydu. Fikret'in çok sevdiği yemek için kollarını sıvadı, mutfağa girdi. Doğal gaz açılmamıştı henüz. Düşünemedi bunu. Birden evden çıktı. Sitenin çok yakınında bulunan büyük bir alışveriş merkezi vardı. Burada yaşayan insanların şehir merkezinde bulabilecekleri hemen her şey mevcuttu bu alışveriş merkezinde. Âdeta bir uydu kentti burası! Ana karanın da özelliklerini taşıyan küçük bir adacık hayal etti. Alışveriş merkezinden dönerken kapıcı Fehmi'yi gördü. Uzaktan selamlaştılar.

"Nasıl, alışabildin mi Cemil Bey!"
“Ah, evet. Sağol ağbi, alıştım. Benim akşam için yemek pişirmem gerek. Doğalgaz hâlâ açılmamış."
"Elektirikli ocağın yok mu, kardeş."
"Yok!"
"Bakarız bir hal çaresine, bende küçük tüp var. İşin çok mu ?”
"Yok, değil. Fazla bir şey almadım. Evde pek yemek yemeğiz. Bir spagetti yapacağım.”
"Tamam, gel benimle"

Pastırma sıcakları o yıl hayli uzun etti. Cemil, bütün gün boyunca İskender'in Himalayalar'ında, ulaşamadığı, ulaşmak istemediği, küçük, sıcak bir manastır hayal etti. Doppler etkisi denilen, frekans-hız arasında gidip geldi. En nihayetinde akşam olmuştu artık. Akşamın içindeydi. Bir milyon yıllık sanat tarihini düşündü. (Böyle bir tarih varsa, tarih de denebilirse) Caravagio'nun "kendine âşık olan adam" tablosuna bakındı.
İnternet de olmasa içinde bulunduğu çağda, ne denli yalnız olduğunun farkına varacaktı. Varamadı. Yerinden kalktı, mutfağa doğru yöneldi. Kapıcı Fehmi'den aldığı küçük tüpe baktı. "Yalnız değilmişim, Fehmi Ağbim varmış benim" dedi ve irkiltici bir kahkaha bastı. Kahkahası çınladı mutfakta. Sonra Fikret için bir spagetti hazırlamak istedi. Özel bir hazırlanışı vardı yemeğin. Bunu Fikret için yapmak istedi. Zeytinyağını tavada kızdırdı, bu arada almış olduğu malzemeleri tezgâhın üzerine yığdı, mantarları yıkadı. Temizledikten sonra dilimledi. Patlıcanları küçük dilimler halinde doğradı. Mantarları, patlıcanları ve sarımsağı tavanın içine attı. Karıştırdı... Karıştırdı... Karıştırdı... Bir yandan suyu kaynatmak gerekiyordu. Tek tüpte ancak taksit taksit yapabilirdi bunu. Önce sosu hazırladı. Daha sonra bir tencere içinde kaynattığı suyun içine spagettiyi attı ve bekledi.

Fikret'in geldiğini hissetmemişti bile.

Öyle bir derin düşünme halinde, dalgın dalgın spagettinin olmasını bekliyordu ki...
Daha sonra spagettiyi hazırlamış olduğu tencereden servis tabağına koyup, salona götürdü. Masaya koydu.
"Hoş geldin, aç mısın ?"
"Aç değilim, yorgunum!?"

Cemil, elinde kalan kaşık ve çatalları da masanın üzerine koyup, sokakta terk edilmiş bir ev kedisine sarılıp doya doya ağlamak istedi o an. Aynada karşılaştığı yüzü hatırladı.

 2

Aylar sonra eve iyice alıştılar. Bir sabah dalgın dalgın internette gezinirken bir haber okudu Cemil. Kültür-sanat haberi. Önemli bir romancının kitabıydı bu. Romanda geçen karakterlerin konuşma diyaloglarından birkaç örnek haberde yazılıydı. Bu kitaba daha önce de rastlamıştı; ama açıp da iki kelime okumamıştı. Sonra bölük pörçük bir şey hatırladı. Seneler önce Müşfik ile yaşadığı o ücra ve fakir İstanbul'u... Müşfik'e taşındığı o eski zamanlardaki evi!

Geceyi aydınlatan sis enikonu çökmüştü. Gökyüzünün karanlığı belli belirsiz çarpıyordu gözlere. Uzakta sis işıkları parıldıyorlardı. Sanki gündüzdü. Çökeltinin yoğunluğu geceye ay gibi doğmuştu. Ay ise henüz görünürlerde yoktu. Her şey birden bire çöken sisin altında kaybolmuş, yitip gitmişti... Sanki yeni bir güne başlanacaktı. Bulunduğu zamanın ayrıntısını yansıtamıyordu gökyüzü.

Gece kimliksizdi.

Uzun ince kayan yolun, sağlı sollu moloz yığınları arasında, ufukta yeni yeni yapılmış bağımsız binalar, site içinde binalar, gökdelenler... Binaların, gökdelenlerin arasında, (arafta kalmış ) çayırlar, otlaklar, çimenlikler, ağaççıklar... Azınlık bir orman! Küçük, müstakil yerleşkeler. Köy yerleri. (Uzaktan birkaç köy böyle gözlemlenebilirdi.) Betonarmelere rağmen yaşamayı başarmış köyler.

Deniz yoktu burada yahut uzaktı. Şehir merkezine oldukça uzak, yeni yeni gelişmeye açık, geleneklerini yavaş yavaş kıran, biraz mahzun, biraz da heyecanlı bir kasaba... Artık her şey değişebilirdi. Değişimi kabul etmekte zorlanan, nüfusu az da olsa köy ahalisi. Pek köy de denemez.
Parsel parsel konutlar diken mütahitler!
Evet, burası büyük bir şehrin fakir ve ücra tepelerinden bir yerdi. İlerde zenginliğin, burjuvanın, lüks otellerin, büyük alış veriş merkezlerinin odak merkezi olmaya aday olacak yeni bir dünya. Geceden şantiyelerde kalan inşaat işçileri, hamallar... Ara sıra denetime gelen kurt mütahitler.

Mütahitler!

Rüzgâr, sis ve uzak ışıklar. Sonra yenidünyanın, yeni şehrin, yeni kasabanın zamana ilk direnmeleri. Eski, yerleşik hayatın ilk çırpınmaları. Bu ilk heyecan; ilk mahzunluk, ilk merak, ilk site mahalleler!!!

Burası Müşfik 'le beraber kaldıkları evdi.

Fikret kimdi?!..

Müşfik'in evinde geçen o diyalog zihninden çıkmıyordu. Seneler önceki o ev!

"Benden önce biriyle beraber oldun mu?"
"Evet, ama eskide kaldı artık, çocukluk aşkı diyelim. Yeni bir şeyler söylemek gerek, öyle değil mi? Yalnız, bu evde, neredeyse üç ay kadar, yabancı dil kursunda tanıştığım Belçikalı bir çocukla yaşamıştım. Aramızda hiçbir yakınlaşma olmamıştı ama. Sonra gitti. Ara sıra kargosu gelir. Benim için özel olarak seçtiği, Türkiye'de çevirisi yapılmamış edebi eserleri postalar. Şairler, öykücüler! Şu kitaplıkta gördüğün İngilizce eserlerin neredeyse tamamını bana o yollamıştır. Uzun zamandır bir haber alamadım. Ne yalan söyleyeyim, yakışıklı çocuktu Olric!"

"Üzerinde durmadım, Jazz dinliyorduk çünkü. Bu gece her şey güzel olmalıydı. Onun için hazırladığım masa da...

Şarap içiyorduk!"

"Benden önce biriyle beraber oldun mu?”
"Evet ama eskide kaldı artık, çocukluk aşkı diyelim. Yeni bir şeyler söylemek gerek, öyle değil mi? Yalnız, bu evde, neredeyse üç ay kadar, yabancı dil kursunda tanıştığım Belçikalı bir çocukla yaşamıştım. Aramızda hiçbir yakınlaşma olmamıştı ama. Sonra gitti. Ara sıra kargosu gelir. Benim için özel olarak seçtiği, Türkiye'de çevirisi yapılmamış edebi eserleri postalar. Şairler, öykücüler! Şu kitaplıkta gördüğün İngilizce eserlerin neredeyse tamamını bana o yollamıştır. Uzun zamandır bir haber alamadım.

“Ne yalan söyleyeyim, yakışıklı çocuktu Olric!"

Her şey iki defa tekrar ediyordu...

Her şey iki defa...

Her şey...

İki…….

Maltepe/Nisan-Kasım 2011

Not: Ateş Renkli Çiçekler adlı hikâye dosyasından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder