1
Yeni taşınmışlardı. Eşyalarını düzene koymuş, kendi zevklerine göre dekore etmiş,
yorgunluk kahvelerini içiyorlardı. Sabah çöpleri almaya gelen kapıcı, “Çok sakindir
buralar, kafa dinlersiniz"demişti "muhatap olacağınız tek kişi ben
olurum."
Cemil, etrafına göz gezdirdi... Kahvesini yudumlarken, evin ne kadar konforlu
olduğunu düşündü. "Her şey düşünülmüş, ne iyi... Doğal gazı, kapıcısı olan
bir ev…odalar da ferah ferah, üstelik her şeyden de uzak..."
Şehrin gürültüsünün uğramayacağı bir yer. Ürkmüş müydü? İlk izlenimleri bunu
göstermiyordu. Her şeyden uzak olunacak bir yer, kafa dinlenebilecek...
"Ne düşünüyorsun, nasıl buldun
?" dedi Cemil.
"Valla benim için fark eden bir durum yok, biliyorsun evde durmayı seven
biri değilim. Ayrıca bütün günüm zaten işte geçecek, son zamanlar üstüme çok
yük bindirdi gazete. Eve ve sana pek zaman ayıramayacağım açıkçası."
Kısa bir sessizlik!
Cemil, kahvesinden son bir yudum
aldı ve kalktı. Lavaboda yüzünü yıkadı. Yüzünden aşağı akan suları elleriyle
sıvazladıktan sonra aynaya, kendine baktı.
"Kendini beğenmiş adam, ne olacak !"
Fikret, kapısı aralık tuvaletin aynasına doğru atıldı birden;
"Kime diyorsun?"
"Bir şey demedim, yoruldum çok,
artık uyuyalım mı ?"
Sabah güneşinin ışığıyla yeni bir
güne başlanmıştı. Uyku sersemi yatağın camından vuran güneşe baktı Cemil. Ürktü
birden! Odalara tek tek bakındı. Fikret yoktu! Cemil'den önce kalkıp, işin
yolunu tutmuş olmalıydı. Sabahı aydınlatan güneşle birlikte banyonun yolunu
tuttu Cemil. Önce yüzünü yıkadı.
"Bütün geçmiş silinsin, yeni bir gün beni bekliyor."
Kahvaltı yapmalıydı. Her zaman yaptığı gibi kahve hazırladı kendine. Sigara
paketini akşam Fikret ile kahve içtiği salonda, masanın üzerinde bıraktığını
hatırladı.
Salonun içinde yalnızlığıydı duran.
Sigarasını yaktı, kahvesinden ilk yudumu aldı. Yazmakta olduğu, bir türlü
ilerletemediği romanını zihninde sürrealist bir resim gibi hatırladı.
İlerletemediği romanın hayal meyal-bölük pörçük- resmini çizdi zihninde.
Olmuyordu. Çizdiği resim bir türlü ideal boyutlarına ulaşamıyordu. İstediği
şekli alamıyordu. Ev düzene girse, başlayacaktı. Fırsat bulamamıştı. Neredeyse
bir aydır bu taşınma işlemlerinden dolayı romanı tek sözcük ilerlemiyordu.
Oturduğu yerinden kalktı, odaları tek tek dolaştı. Fikret için hazırladığı odaya
baktı önce. Çalışma masası, kitaplık, duvarda asılı Nevin Çokay tabloları, kitap
okuma koltuğu. Antika fotoğraf makineleri, radyolar, annesinin çizmiş olduğu
Sultan II. Mehmet'in karakalem eskizi, birçok eşya antika vitrinin üzerinde
gelişi güzel bırakılmışlardı. Tozları alınmış taş plaklar. Kitaplığa özenle
yerleştirilmiş süs eşyaları arasında bir de kum saati vardı... Fotoğraf
albümleri yerlere saçılmış. Siyah -beyaz fotoğraflar! Zaman tüneline girmiş
gibi hissetti kendini. Bütün bu kalabalıklar içinde yalnızlığından kurtulmak
ister gibi bir hali vardı.
Her şey... Evet, her şey
değişebilirdi. Şimdi, burada, yeni kiraladıkları evde.
Fikret, eve girdiğinde her şeyi düzenli görmesini istedi birden. Akşama kadar
yetiştirebilmeyi düşündü. Hem, ev düzene girerse, bir an evvel yazmakta olduğu
ama bir türlü ilerletemediği romanına zaman ayırabilecekti. Akşama kadar evi
toparladı. Her şeyi düzene koydu. Fikret'in çok sevdiği yemek için kollarını
sıvadı, mutfağa girdi. Doğal gaz açılmamıştı henüz. Düşünemedi bunu. Birden
evden çıktı. Sitenin çok yakınında bulunan büyük bir alışveriş merkezi vardı.
Burada yaşayan insanların şehir merkezinde bulabilecekleri hemen her şey
mevcuttu bu alışveriş merkezinde. Âdeta bir uydu kentti burası! Ana karanın da
özelliklerini taşıyan küçük bir adacık hayal etti. Alışveriş merkezinden
dönerken kapıcı Fehmi'yi gördü. Uzaktan selamlaştılar.
"Nasıl, alışabildin mi Cemil
Bey!"
“Ah, evet. Sağol ağbi, alıştım. Benim akşam için yemek pişirmem gerek. Doğalgaz
hâlâ açılmamış."
"Elektirikli ocağın yok mu, kardeş."
"Yok!"
"Bakarız bir hal çaresine, bende küçük tüp var. İşin çok mu ?”
"Yok, değil. Fazla bir şey almadım. Evde pek yemek yemeğiz. Bir spagetti
yapacağım.”
"Tamam, gel benimle"
Pastırma
sıcakları o yıl hayli uzun etti. Cemil, bütün gün boyunca İskender'in
Himalayalar'ında, ulaşamadığı, ulaşmak istemediği, küçük, sıcak bir manastır
hayal etti. Doppler etkisi denilen, frekans-hız arasında gidip geldi. En
nihayetinde akşam olmuştu artık. Akşamın içindeydi. Bir milyon yıllık sanat
tarihini düşündü. (Böyle bir tarih varsa, tarih de denebilirse) Caravagio'nun
"kendine âşık olan adam" tablosuna bakındı.
İnternet de olmasa içinde bulunduğu çağda, ne denli yalnız olduğunun farkına
varacaktı. Varamadı. Yerinden kalktı, mutfağa doğru yöneldi. Kapıcı Fehmi'den
aldığı küçük tüpe baktı. "Yalnız değilmişim, Fehmi Ağbim varmış
benim" dedi ve irkiltici bir kahkaha bastı. Kahkahası çınladı mutfakta.
Sonra Fikret için bir spagetti hazırlamak istedi. Özel bir hazırlanışı vardı
yemeğin. Bunu Fikret için yapmak istedi. Zeytinyağını tavada kızdırdı, bu arada
almış olduğu malzemeleri tezgâhın üzerine yığdı, mantarları yıkadı. Temizledikten
sonra dilimledi. Patlıcanları küçük dilimler halinde doğradı. Mantarları,
patlıcanları ve sarımsağı tavanın içine attı. Karıştırdı... Karıştırdı...
Karıştırdı... Bir yandan suyu kaynatmak gerekiyordu. Tek tüpte ancak taksit
taksit yapabilirdi bunu. Önce sosu hazırladı. Daha sonra bir tencere içinde kaynattığı
suyun içine spagettiyi attı ve bekledi.
Fikret'in geldiğini hissetmemişti bile.
Öyle bir derin düşünme halinde, dalgın dalgın spagettinin olmasını bekliyordu
ki...
Daha sonra spagettiyi hazırlamış olduğu tencereden servis tabağına koyup,
salona götürdü. Masaya koydu.
"Hoş geldin, aç mısın ?"
"Aç değilim, yorgunum!?"
Cemil, elinde kalan kaşık ve çatalları da masanın üzerine koyup, sokakta terk
edilmiş bir ev kedisine sarılıp doya doya ağlamak istedi o an. Aynada
karşılaştığı yüzü hatırladı.
2
Aylar sonra
eve iyice alıştılar. Bir sabah dalgın dalgın internette gezinirken bir haber okudu
Cemil. Kültür-sanat haberi. Önemli bir romancının kitabıydı bu. Romanda geçen
karakterlerin konuşma diyaloglarından birkaç örnek haberde yazılıydı. Bu kitaba
daha önce de rastlamıştı; ama açıp da iki kelime okumamıştı. Sonra bölük pörçük
bir şey hatırladı. Seneler önce Müşfik ile yaşadığı o ücra ve fakir
İstanbul'u... Müşfik'e taşındığı o eski zamanlardaki evi!
Geceyi
aydınlatan sis enikonu çökmüştü. Gökyüzünün karanlığı belli belirsiz çarpıyordu
gözlere. Uzakta sis işıkları parıldıyorlardı. Sanki gündüzdü. Çökeltinin
yoğunluğu geceye ay gibi doğmuştu. Ay ise henüz görünürlerde yoktu.
Her şey birden bire çöken sisin altında kaybolmuş, yitip gitmişti... Sanki yeni
bir güne başlanacaktı. Bulunduğu zamanın ayrıntısını yansıtamıyordu gökyüzü.
Gece
kimliksizdi.
Uzun ince
kayan yolun, sağlı sollu moloz yığınları arasında, ufukta yeni yeni yapılmış
bağımsız binalar, site içinde binalar, gökdelenler... Binaların, gökdelenlerin
arasında, (arafta kalmış ) çayırlar, otlaklar, çimenlikler, ağaççıklar...
Azınlık bir orman! Küçük, müstakil yerleşkeler. Köy yerleri. (Uzaktan birkaç
köy böyle gözlemlenebilirdi.) Betonarmelere rağmen yaşamayı başarmış köyler.
Deniz
yoktu burada yahut uzaktı. Şehir merkezine oldukça uzak, yeni yeni gelişmeye
açık, geleneklerini yavaş yavaş kıran, biraz mahzun, biraz da heyecanlı bir
kasaba... Artık her şey değişebilirdi. Değişimi kabul etmekte zorlanan, nüfusu az
da olsa köy ahalisi. Pek köy de denemez.
Parsel parsel konutlar diken mütahitler!
Evet, burası büyük bir şehrin fakir ve ücra tepelerinden bir yerdi. İlerde
zenginliğin, burjuvanın, lüks otellerin, büyük alış veriş merkezlerinin odak
merkezi olmaya aday olacak yeni bir dünya. Geceden şantiyelerde kalan inşaat
işçileri, hamallar... Ara sıra denetime gelen kurt mütahitler.
Mütahitler!
Rüzgâr,
sis ve uzak ışıklar. Sonra yenidünyanın, yeni şehrin, yeni kasabanın zamana ilk
direnmeleri. Eski, yerleşik hayatın ilk çırpınmaları. Bu ilk heyecan; ilk
mahzunluk, ilk merak, ilk site mahalleler!!!
Burası Müşfik
'le beraber kaldıkları evdi.
Fikret kimdi?!..
Müşfik'in evinde geçen o diyalog
zihninden çıkmıyordu. Seneler önceki o ev!
"Benden önce biriyle beraber
oldun mu?"
"Evet, ama eskide kaldı artık,
çocukluk aşkı diyelim. Yeni bir şeyler söylemek gerek, öyle değil mi? Yalnız,
bu evde, neredeyse üç ay kadar, yabancı dil kursunda tanıştığım Belçikalı bir
çocukla yaşamıştım. Aramızda hiçbir yakınlaşma olmamıştı ama. Sonra gitti. Ara
sıra kargosu gelir. Benim için özel olarak seçtiği, Türkiye'de çevirisi
yapılmamış edebi eserleri postalar. Şairler, öykücüler! Şu kitaplıkta gördüğün
İngilizce eserlerin neredeyse tamamını bana o yollamıştır. Uzun zamandır bir
haber alamadım. Ne yalan söyleyeyim, yakışıklı çocuktu Olric!"
"Üzerinde durmadım, Jazz
dinliyorduk çünkü. Bu gece her şey güzel olmalıydı. Onun için hazırladığım masa
da...
Şarap içiyorduk!"
"Benden önce biriyle beraber
oldun mu?”
"Evet ama eskide kaldı artık, çocukluk aşkı diyelim. Yeni bir şeyler
söylemek gerek, öyle değil mi? Yalnız, bu evde, neredeyse üç ay kadar, yabancı dil
kursunda tanıştığım Belçikalı bir çocukla yaşamıştım. Aramızda hiçbir
yakınlaşma olmamıştı ama. Sonra gitti. Ara sıra kargosu gelir. Benim için özel
olarak seçtiği, Türkiye'de çevirisi yapılmamış edebi eserleri postalar.
Şairler, öykücüler! Şu kitaplıkta gördüğün İngilizce eserlerin neredeyse tamamını
bana o yollamıştır. Uzun zamandır bir haber alamadım.
“Ne yalan söyleyeyim, yakışıklı
çocuktu Olric!"
Her şey iki defa tekrar ediyordu...
Her şey iki defa...
Her şey...
İki…….
Maltepe/Nisan-Kasım 2011
Not: Ateş Renkli Çiçekler adlı hikâye dosyasından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder