Ahmet Cemil’e…
Babam diyor ki; makro ekonomik
dengeler-dengesizlikler ve kurlarla ilgili gürültülü argümanlar. G 20
zirvesiyle başlayan yoğun küresel tartışmalar. Banka sermayesi, likidite ve
dünya liderlerinde görev tamam. Çoğu gelişen ülke küresel liderliği yapmaya ne
istekli, ne de hazır...
Cumhurbaşkanı Sarkozy varmış, bir de…
Fransa diye bir ülke!
İsviçre’den Çin’e bir dizi hukuki yapı…
Babam konuştukça batıyor bana, çocuk kalbim ağrıyor.
Ben istiyorum ki; bir tutam mor menekşe, öbek öbek günebakan, tutam tutam
güller, salkım salkım leylaklardan bahsetsin. Ama ille siyaset, ille de
ekonomi; bağımsız devletler. Bağımlı olmak istiyorum!
Böyle olunca da içime kapanıyorum, sürekli ağlıyorum. Gözyaşım yok aslında.
Artık yetişkin bir kız oldum ben.
Delikanlı bir kız!
Büyümedim ama… İstiyorum ki sarılsın bana, koklasın, okşasın, öpsün… Anna Karanina’dan
bahsetsin babam.
Olmuyor. Böyle olmuyor.
Bazen ölsün istiyorum babamı, cenazesinin kaldırıldığını görüyorum. Anlık
rahatlama
oluyor. Sonra içime ağlıyorum.
Babam ölmesin!.. Babam ölmesin!.. Babam ölmesin!..
Diyorum ki; babam bana masal anlatsın. Ben büyüdüm ama…
Nasıl olacak, diyorum.
Olsun, ben dinlerim yine de, sevinçle, özlemle dinlerim. Yeter ki babam benimle
konuşsun. Konuşsun benimle babam.
Konuşmuyor!.. Konuşmuyor!.. Konuşmuyor!..
Ağbim de evlendi gitti. Şimdi bütün sesler yavaş yavaş kayboluyor. Renkler
ölüyor. Arada bir misafirliğe gidiyorum ben ağbime; ama sonra pişmanlık çıkageliyor.
Ağbim de o mendebur karısından başka kimseyi gözü görmüyor. Varsa yoksa Olay’ın
mutluluğu. Ben akrabalık ilişkilerini de pek bilmiyorum. Ağbi’min karısına,
aman eşine… Ne diyeceğimi kestiremiyorum. Olay, diyorum, üstüne bastıra
bastıra.Kocaman bir olay!
Tatsız tuzsuz bir karı zaten Olay.
Sonra, Dostoyevski okuyorum. Kimse beni dinlemiyor. Neler hissettiğimi bir
bilseler. Ağbim çok kızıyor bana, “yenge diyeceksin Fatma, yenge” diyor… “Yenge!”
Ben inadına ismiyle hitap ediyorum ağbimin karısına.
Olay!!!
Anne, seni çok özledim… Zaten bir şey yoksa özlenir, değil mi? Annem de beni anlamıyordu.
Sürekli bulaşık, ev işi… Yok, efendim misafir gelecekmiş, evi topla, tertiple,
bir düzen içine koy. Başka da bir şey yoktu hayatımda. Annem de gitti, gelmedi…
Seneler var görüşmüyoruz. Arada bir arar, başkasıyla evli. İstanbul dışında yaşıyor.
Beni de hayatına sokmak istemiyor. O da mutlu, ne olacak. Kendi bencil dünyasında
yaşasın. Katmasın beni içine. Irak olsun. Ama ölmesin.
Annem ölmesin!
Ben çok ağlarım annem ölürse. Ama sadece ağlar ağlar sonra da göbek atarım.
Şimdi babamla en azından ev işlerinde anlaşıyoruz. Ben bütün gün kitap
okuyorum. Babam bütün gün kahve içiyor. Türk kahvesi! Sonra, Osmanlı’da fincan
fincan kahve içerlermiş… Ona sığınıyor. “Çarpıntı yapmasın baba”, diyorum.
Sürekli aynı sözlere sığınıyor. Sığ insan, ne olacak. Sürekli sigara, kahveee!
Benim arkadaşlarım da hiç kitap okumazlar. Ben kitaplardan bahsetmek… Konuşmak…
Beni anlayabilecek insanları arıyorum. Bulamıyorum. Varsa yoksa pop müzik. O
günü birlik müzikler. Dinliyorlar, ezberliyorlar bütün gün bu şeyleri.
Off, çok sıkılıyorum. Ben hiç sevmiyorum… Yakışıklı da gelmiyorlar bana, o pop starlar…
Kızlar çıldırıyorlar o şeyleri dinleyince. ”Çığlık” atıyorlar… Aman, ne kadar
da yakışıklıymış, falan da fistan da… Ben o kızlardan değilim. Yalnız değilim
ama ben…
Yalnızlık Allah’a mahsus.
Geçen Hatice geldi. Babam açtı kapıyı. Sesleri işitsem de çıkmadım odamdan.
Bilerek çıkmadım. Odamda kitap okuyordum. “Kız ne yapıyorsun burada yalnız başına,
sıkılmıyor musun böyle.”
” Sen gelene kadar ne çok kalabalıktım bir bilsen Hatçe”, dedim. Oh, içimin
yağları eridi.
Kitaplar… Kitaplar… Kitaplar işte…
Beni anlayan tek şey kitaplar.
“Hadi kız, çıkalım” dedi, “sahile inelim, yürüyelim, açılırsın biraz...”
“Yok, olmaz, işim var benim” dedim.
“Senin ne işin olabilir ki” dedi.
Kitap okumayı bir iş kabul görmüyorlar.
“Sen nasıl ev işi, bulaşık, abuk sabuk müzik dinliyorsan, ben de güncemi
yazıyor, kitap okuyor, öykücükler karalıyorum Allah’ın belası!”
Zihnimden geçirdim ama söyleyemedim. Yüzüm düştü, anladı, kırıldı bana belli.
Oh olsun, kırılsın!
“Ben o abuk-subuk müzikleri dinlemek için gelmedim dünyaya.”
Sonra Selim İleri’den bir öykü seçtim kendime. Okumaya başladım. Her şey
uzaktı.
Yakında bir yerlerde beni çağıran bir şeyler olmalıydı. Varsın uzak olsunlar.
Ne yapalım, ben mutluyum hayatımdan.
Tarihsiz
Not: Ateş Renkli Çiçekler adlı hikâye dosyasından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder