Sâmiha Ayverdi, tarih, tasavvuf, felsefe ve edebiyat
alanında “okumuş”, en çok da “düşünmüş” ve “yazmış” eşsiz düşünce
kadınlarımızdan biri. Edebiyatımızda Sâmiha Ayverdi’den söz açarken, siyasî,
ilmî, fikrî ve estetik gibi alanlardan söz açmadan olmaz, hiç şüphesiz, ama bu
konular beni aşacağından, şimdilik, sözü ustanın eserine getireceğim:
Boğaziçi’nde Târih.
“Tarih, anı, roman yazarı mı diyeceğiz?” diyor Selim
İleri, Sâmiha Ayverdi için: ”Öyküler, düzyazı şiirler kaleme getirmiş.
Mektuplar, makaleler, günü gününe tutulmuş konuşma, görüşme notları.”
Ben, Sâmiha Ayverdi külliyatına yeni yeni sokuluyorum: Sâmiha Ayverdi, zengin birikimiyle birçok alanda eserler vermiş yazarlarımızdan. Soluklanarak, dura dura okuduğum Boğaziçi’nde Târih adlı kitabını, son bir haftadır elimden düşüremedim. Boğaziçi’nde Târih, bir solukta okunacak kitaplardan değil açıkçası; her satırın altını çizdiren kitaplardan: İyi kitaplar böyledir. Sizden, okurdan emek isterler.
Ayverdi’nin Boğaziçi’nde Târih adlı eserini okuyup
bitirince imgemde Tanpınar gezindi durdu: Tanpınar’da “su”, kaybolan şeylerin
muhafaza edildiği bir mekân: Rüyaya benzer bir mekândı. “Yaşadığım İstanbul”da
Tanpınar’dan bir bahis açmıştı Selim İleri: “Tanpınar, Beş Şehir’de, İstanbul’a
su sesleriyle başlar. Arabistan’da tanıdıkları yaşlı bir kadın ikide birde
“İstanbul Sularını” sayıklamaktadır: Çırçır, Karakulak, Şifa Suyu, Hünkâr Suyu,
Taşdelen, Sırmakeş…” Tanpınar’ın Beş Şehir’i bu anlamda eşsizdir. Bize, Doğu’ya
ait sözcükleri düşürür dilinden. Gelgelelim, İstanbul, şimdilerde kaybolan
değerleriyle bir rüya şehirdir âdeta.
İlginçtir, Sâmiha Ayverdi de, Boğaziçi’nde Târih
adlı eserine yazdığı takdim’de, “su medeniyeti”nden söz açıyor: ”İstanbul bir
imparatorluk başkenti. Roma’nın, Bizans’ın ama özellikle Osmanlı’nın en usta
san’atçılarının eserlerini meydana koydukları bir sahne. Değişen zamanlarda,
değişen isimlerde değişmeyen mekân İstanbul. Roma’ya rakip olarak ortaya
çıkmış, batı medeniyetinin doğudaki mümessili olarak suyun başına gelmiş,
kurulmuş. Daha kuruluşunda bir su şehri, bir su medeniyeti olacağı belli.”
Nitekim, Sâmiha Ayverdi’nin deyişiyle, ‘Osmanlı,
fetihten sonra hamamlarıyla, çeşmeleriyle, sebilleri, şadırvanları,
selsebilleriyle İstanbul’u canlılık ve dirilik kaynağı olan suyla bezemiş,
suyla beslemiş, suyla güzelleştirmiştir.’
İşte Sâmiha Ayverdi’nin eseri, bu eşsiz medeniyetin
semtlerini, kültürüyle, tarihî olaylarıyla, gelenek ve görenekleriyle okuyucuya
eşsiz bir dil zevkiyle anlatıyor. Dil zevki diyorum, çünkü kullanıma
kapattığımız birçok Eski Türkçe sözcük, Ayverdi’nin eserinde yaşam buluyorlar.
Bu zengin dile bir kez daha âşık oluyorsunuz.
Öte taraftan semt semt Boğaziçi’ni geziyorsunuz
okurken. Bir kılavuz kitap olarak da düşünülebilir Boğaziçi’nde Târih. Hattâ
bir kent rehberi olarak taşınabilir, bu oylumlu kitap.
Örnekse, Fındıklı: “Fındıklı, İstanbul’un, Türkler
tarafından fethinden kısa bir zaman sonra kalabalıklaşan ve rağbet gören bir
semti oluvermişti. Şehre yakın bir sayfiye mahallesi hüviyetini kazanan
Fındıklı, bilhassa birbirinden güzel bahçeleri, çarşısı ve pazarı ile de şöhret
bularak, köşkler ve yalılarla bezenmiştir.”
Sonra Cihangir: “Ne hakla Fındıklı’yı, Kabataş’ı
atlayıp Cihangir… diyoruz? Eski devirlerde bir devletliler yatağı ve bir
bahtlılar durağı olan bu birbirlerine etleriyle, canlarıyla bağlı sokaklar,
mahalleler, semtler, bağlar, bahçeler, mesîreler, ayrı isimler altında
birleşmiş aynı zincirin halkaları değil miydi ?”
Dolmabahçe: “Kasırları, sarayları, bahçeleri,
çeşmeleri, cirit meydanları ve silâhhâneleri ile mâmur ve zengin Dolmabahçe…”
Beşiktaş: “Bir zamanlar Salıpazarı sâhillerini
süsleyen Nevşehirli İbrâhim Paşa’nın Emnâbad Kasrı’nı sâdece adını anarak az
ileriye, Beşiktaş’ın birbiriyle yarış eden korularına, dağlarına, bağlarına
gitsek nasıl olur ?”
Rumelihisarı: “Rumelihisarı’nı anlatan Evliyâ
Çelebi, bir ara:”Dağlar üstünde emsalsiz kiraz bağları vardır ki Hisar kirazı
nâmıyla Rum, Arap ve Acem’de meşhurdur. Hattâ Acem diyârında ismine gülnâr-ı
Rûm(Anadolu nar çiçeği)derler.İki kiraz bir dökme riyal ağırlığında
gelmiştir.”der.”
Yeniköy: “Bir rivâyete göre Kânûnî Sultan
Süleyman’ın fermânıyla adını alan bu kasaba,
Makedonyalı Philippe’in
kumandanlarından Demetrius’un, Bizanslılarla muhârebeye tutuşup mağlûp olduğu
mevkidir. Yine rivâyete göre, muhârebe çok sıcak bir günde cereyan ettiği için
köye de Termineri adı takılmıştır.”
Kanlıca: “Rivâyete göre bu köy, Glaros isminde bir
Bizans sayfiyesiydi. Fetihten sonra eski sâkinleri kaçmış, bir müddet sonra da
kağnılarıyla Anadolu’dan gelen bir kısım halk, kağnı yapıp satmakla
nefakalarını temin ettiklerinden zamanla burası Kağnılıca ve derken Kanlıca
oluvermiştir.”
Ve benim de çoçukluğumun bir bölümünün geçtiği
Çengelköyü: “Hey gidi günler hey… Çengeloğlu Tahir Paşa… Kahraman, âlîcenap,
cesur denizci… Gelip bu köye bir câmi yaptırmakla, Bizans’ın Protostikos
ismini, Çengelköyü yapmış… derler.”
Semt semt alıntılarda görüldüğü üzre, bir anlatıcı
vardır burada: Kitabı okurken, sanki bütün yüzyılları yaşamış birinin ağzından
anlatılmıştır olaylar, hikâyeler, bilgi verişler. Bu doğrultuda âdeta bir roman
havası içinde kaleme alınmıştır eser.
Bu eksende Selim İleri’nin eseri yorumlayışı
önemlidir: “Abdülhak Şinasi Hisar’ın olağanüstü güzellikteki Boğaziçi
Mehtapları’nda, zaman, anlatıcının yaşantısıyla sınırlıdır. Boğaziçi’nde Târih
ise, tarihin zamanında âdeta kaybolmak istemiş bir anlatıcıya işaret eder. Bu,
hayli geniş zamanın eşliğinde, Osmanlı-Türk kültürünün nitelikleri, uygarlığımızın
üzerinde henüz pek durulmamış birçok özelliği eserin başlıca değerlendiriş
kıstasıdır. Kaybolana, terk edilene yas şarkısı değildir Boğaziçi’nde Târih.
Tam tersine, feda edişlerin kaygısıyla yüklüdür.”
Toplumumuzun bazı kesimlerinin daha yakından
tanıdığı, kimi kesimlerin de burun kıvırdığı Sâmiha Ayverdi’nin eserlerini
okumamı Selim İleri salık vermişti bana. Kimi kesimlerin okumadığını, okumak
istemediğini bilirdim. Politik görüşlerin gözlere perde indirdiği yakın
tarihimiz, böylesi bağnazlıklarla doludur, açıkçası bu oldukça hazindir:
Doğurduğu sonuç olarak, sol cenah sağ yayınlara uzak kalır, sağ cenah da sol
yayınlara oldukça mesafelidir… Ne ki, ortada büyük bir eser vardır ve medeniyet
trenini kaçırmışızdır. Ortak kültür medeniyetimizden beslenmek bir kenara
dursun, tü kaka etmişizdir kimi yazarlarımızı. Sâmiha Ayverdi de böylesi
yazarlarımızdandır: Kıymetini bazı kesimlerimizin daha çok bildiği ama bir
türlü öteki kesimlerimizin sıcak bak(a)madığı önemli yazarımızdır Sâmiha
Ayverdi.
Geniş kitlelerin ilgisini devşirmesini temennî
ediyorum Boğaziçi’nde Târih’in: Hak ettiği ölçüde!
Bu
yazım Kubilay Bürgan mahlasıyla Babil.com’da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder