Sevgilimden ayrılıyorum. Arkadaş kalamıyoruz. Bir daha görüşmeyeceğiz, biliyorum. Ölüm gibi bir şey oluyor. Öyle onurlu ki. İnatçı da biraz. Birkaç kırık söz. Kötü bir gün... Yaz geliyor. Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak’ı okuyorum. Hüzün. Sanki Matem. Her şey birbirine karışıyor. Her şey... Yıllar sonra tekrar okuyacağım. Tekrar okumalara Selim İleri’den alışıyorum.
Yıllar
öncesi. Birkaç ay çalıştığım kitabevinden ayrılıyorum. Hemen o gün,
Dostlukların Son Günü’nü ediniyorum. Ne yazmışım kitap arkasına: “Eylül. 2006.
İşten ayrıldım. Dostlardan ayrı…” Birkaç ay evvel rafları düzeltirken
göreceğim: İstanbul, Hatıralar Kolonyası ilk basımını yapmış. Bütün İstanbul
romanlarda yaşıyor bu kitapta… İşten ayrıldığım gün kitabevinden çıkıp yürümeye
başlıyorum. Kadıköy. İskelede bir sigara yakıyorum. Ansızın başlayan yağmur.
Aşkla
arkadaşlıklar. Her Gece Bodrum’u açıp birkaç pasaj okuyorum. Bardakçı. Bana çok
uzak bir kıyı kasabası. Kent insanıyım. Yapamam oralarda. Ama biliyorum,
romanlar insana olmayacak hayaller kurdurtuyor.
Cem. Her
Gece Bodrum’da çok acı çekiyor. Kalbi, Bir Denizin Eteklerinde’de dayanamıyor
bu ağır dünya koşullarına. Nasıl işlemiş öyküde yazar bu intiharı?!
İçerde kilise korosundan bozma bir müzik. Klasik bir müzik bu! Bir kreşendo. Cem, canına kıyıyor. Yıllar
sonra Mel’ûn: Bir Us Yarılması’nda söyleyecek romancı: Ölümlü varlıklar dünyaya
acı çekmeye gelirler.
Ağlıyorum.
Yıllar sonra
Fotoğrafı Sana Gönderiyorum yayımlanıyor. Eski Bir Roman Kahramanı adlı hikâye.
Selim İleri ve Cem. Kurguyla gerçeği ayırmak etle tırnağı birbirinden ayırmak
kadar güç ve acı. Hiç yeltenmiyorum. Hüzünleniyorum bu hikâyeyi okurken.
Son Yaz
Akşamı. Nasıldı o pasaj: “A.S. yine beni kolumdan tutmuş ve şöyle demişti: Yaz
bitiyor Kenan. Her şey bitiyor. İnsan olmamız için bir sınavdı bu yaz. Olabildik
mi?” Başka söze gerek yok galiba. Ah, insan olmak.
Solgun bir
sonbahar günü elime Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın geçiyor. Hangi
tarih? Anımsamak güç. Bu anı-roman sarsıyor beni. Kitap beş ciltte tamamlanmış.
Hemen bütün seriyi ediniyorum. Hepsi Doğan Yay. Baskıları. Günler geceleri
kovalıyor. Gecem gündüzüme karışıyor. Okuyorum. Okuyorum. Okuyorum...
Bir tango: Mavi Kelebek.
Beş romanı
altını çize çize okuyorum. Daha önce hiç çizmediğim kadar altlarını çiziyorum
satırların. Çok sonra bu gereğinden fazla hırpalanmış kitaplara acıyacağım. Öte
yandan, Kırık Deniz Kabukları düşüyor aklıma. Bu romanı çok önce okumuş, pek
değerini bilmemişim. Ahmet Oktay’dan mı duymuştum kestiremiyorum: “Geçmiş, bir
daha gelmeyecek zamanlar” serisine bu kitabı da dâhil ediyorum bu yazıdan
cesaretle. Biraz Proust okuyorum o sıralar. Babaannemin ev yapımı vişne
likörünü içiyorum okurken. Babaannem hayatta o yıllar.
Kar Yağıyor.
Her yer öyle sessiz ki. Masamda Anılar: Issız ve Yağmurlu. Biraz Selçuk
Baran’dır benim için; belki biraz Türkan Şoray. İlle Hülya Koçyiğit. Hemen
arkasından Kar Yağıyor Hayatıma’yı okuyacağım. Bir ömür unutamayacağım. Ah,
Oğuz Atay’ın mektubu. Tekrar gözyaşı döküyorum.
Yapayalnızım.
Melankoli. Annemle eşzamanlı okuyoruz Yarın Yapayalnız’ı. Selim İleri’nin en
sevdiğim romanlarından biri. Handan Sarp ile Elem. Aşkın en çetinine
sürüklenmiş iki insan. Geçelim.
Daha Dün’ün
son sahnesi: Yağmura çıkmışken, ezdiğiniz sümüklüböceklerdi yazdıklarım.
Bütün hikâye
kitaplarını art arda okuyorum.
Yazarın
hikâyeciliği hakkında yazı yazma hevesi. Yazamıyorum. Olsun. Cumartesi günleri
yapayalnız değilim artık. Cumartesi Yalnızlığı kitabıyla birlikte bütün hikâye
külliyatı kitaplığımda. Bana güven veriyorlar. Okuyorum. Okuyorum. Sona
ermiyor.
Issız
akşamlarımda Selim İleri kitapları… Senelerce… İyi bir okuru muyum,
bilemiyorum… Ama hak ettiğini düşünüyorum. Daha çok okunması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder