Çok kişi dillendirmişti, zaman zaman rastlanabiliyor bu
yönde yazılara, seyreldiyse de… Gerçeği kabul edelim: Mektup,
hayatımızdan enikonu çıktı… Nafile çırpınmalar, boşa salvolar, bilmiyor
değilim…“Kâğıt’a yazılan mektup”tan bahsediyorum. Çıktı hayatımızdan, hatta
Öldü! Biz de ağıtımızı yakıyoruz.
Facebook, Twitter, İnstagram
derken, yeni bir mektubumuz da olmadı değil!
Artık herhângi çağları yaşamıyoruz
çünkü, nerdeyse her yıl yeni bir “çağ” atlıyoruz. Abarttığımı sanmıyorum.
Önceleri yüz yılda bir kırılma yaşayan insanlık,şimdilerde her yıl dönümlerinde
yeni bir kırılma yaşıyor. Âdeta her yıl yeni bir ‘sanayi devrimi!’ Hangi
kanaldan çıkıyorsa çıkıyor; etkileri kısa sürede bütün dünyaya mührünü vuruyor:
Yetişemiyorum!
Yetişebiliyor musunuz?
Gözümü açıp kapıyorum; ilkokul
çağındaki yeğenim, elinde son sistem/gelişmiş bir teknoloji, Tablet
bilgisayarıyla karşımda. Sonra bu yazıda biz “kâğıt mektup”a ağıtımızı
yakarken, Nasa, uzayın derinliklerine “elektronik mektup”larını gönderiyor;
doğal olarak.
Mektuplaşma alışkanlığı, derdi
eskiler…
Bana kalırsa bu, bir alışkanlık
değil de, daha çok bir ihtiyaç, mecburiyetti. Düşünsenize, ben yaştakilerin
anne-babaları birbirleriyle nasıl haberleşmişler: İnternet yok, telefon bazı varlıklı
ailelerin evlerinde… Elbette binyıllara yayılan bir geleneğin takipçisi
olmuşlar: Mektup atmışlar birbirlerine. İşte Nasa da bunu yapıyor.
Biz, insanlık, in’imizde; yani
mağaralarda yaşıyormuşuz. Daha dün: M.Ö. 40 000:Yazıyla da yazalım: Kırk bin!
Dile kolay…
Taş duvarları ve kayaların
yüzeylerini doğadan elde ettiğimiz renklerle, hayatımıza, yaşamımıza ilişkin
figürleri kaydetmişiz: İşte ilk “yazılı bilgi” kaynağımız! M.Ö.32OO dolayları:
Yazı, tarihte ilk kez Mezopotamya’da, Sümer tapınaklarında, kilden yaptığımız
tabletler üzerine, henüz bulabildiğimiz “Çivi Yazısı” denen işaretlemeyle
yazılmış. Geleceğe bir miras bırakmışız bu doğrultuda. M.Ö. 3000: Papirüs. Eski
Mısır’da su bitkisinin liflerinden elde ettiğimiz bu malzememiz, bize, üzerine
yazılabilecek, çizilebilecek bir şey; bir nevi iletişim aracı olmuş…
Yazı hâlâ kullandığımız bir
iletişim aracı. Eskimedi henüz. Kullanılan yöntemler gelişti yalnızca.
M.Ö.200: Parşömen’e gelelim. Hayvan
komşularımızın derisini özel işlemlerden geçirmişiz, yavaş yavaş Papirüs’ün
yerini almış Parşömen. Adını, üretildiği ilk yer olduğu söylenen İzmir’in
Bergama (Yunanca Pergamon) ilçesinden vermişiz.
Son zamanlarda yabana attığımız, 2.
yüzyılın sonuna doğru ilk defa Çin’de kullanılmaya başlayan “Kâğıt”da, kaynaklara
göre; 8. Yüzyıl sonunda Abbasilerin başkenti Bağdat’a ve oradan zamanla
Avrupa’ya ulaşmış. Kâğıt sanayisi Ortaçağ sonrasında, baskı teknolojisinin
gelişmesiyle ilerlemiş.
Manzara bu!
Sanıyorum, en hiperaktif,
spontane, en gelişigüzel, geçici-uçucu buluş (günlük kullanım açısından
söylüyorum.),“Tablet Bilgisayar”larımız oldu. Ve onun türevleri.
Bakmayın böyle yazdığıma, ağıt
yakarken; söyleniyorum: Böyle değerli bir buluşu, insanlığın geleceği açısından
-son derece- önemli buluyorum elbette. Geleceğe aktarılacak bilgilerimiz, bu
teknoloji sayesinde olacak: Belki daha kolay olacak. Gelgelelim insan eskiyi
aramadan duramıyor:
Kartpostallarımızı bir kenara bırakıyorum, mektup benim zamanımda da revaçtaydı. Çok mektup attım ben: Arkadaşlarıma, sevgilime, sevdiğim yazarlara; anne-babama, radyo ve televizyon programlarına… (Çocukluğumun geçtiği 90’lı yıllarda izlediğim bir televizyon programına mektubumu ulaştırmak için, bir hafta-on gün önceden göndermem gerekirdi; sonra programı açar, mektubumun okunmasını beklerdim.)
Şimdi geldiğimiz noktada ‘mektup’
korkunç bir hıza erişti. Birtakım problemleri de yanında getirdi hâliyle.
Eskiden mektubun mahremi vardı
örneğin… Son dönemde hepimiz tedirginiz. Özellikle son on-on beş yıl içinde
gelişen teknoloji inanılmaz boyutlara ulaştı. Düşünsenize, daha dün filmlerde
gördüğümüz nesneye duyarlı açılır-kapanır kapılar; şimdi bütün alışveriş
merkezlerinde kullanılır oldular. (Hatta istersek evlerimize de yaptırabiliriz,
neden olmasın ?)
Mahrem demiştim, gelişen
teknolojiyle birlikte, kimse rahat değil aslında; sanki hepimiz birbirimizin
mektuplarını okuyoruz, gizliden gizliye. Ve hepimiz tedirginiz bu paralellikte.
Özel hayatın korunması zorlaştı. Böyle bir çağda “kâğıt mektup” en korunaklı
iletişim aracı olsa gerek!
Bir diğer husus, mektubun aynı zamanda edebî bir tür oluşu vardı. İlerde bu edebiyatın da aramızdan ayrıldığını göreceğiz. Şiir, roman, deneme gibi birçok edebî tür arasında bir tür hâlbuki mektup. Her ne kadar kesin bir kural koyuculuğu olmasa da; mektup yazmanın da belli kuralları var mutlaka.
Yazan kişiden kişiye mektupların değişkenliğini görsek de, en nihayetinde bir edebî türdür mektup. Öykünmeye düşmeden, kendi dilini konuşturan kişi, özgün bir mektup türü oluşturabilir, yazabilir. Diğer türlere göre daha “özel” bir alan oluşu yatıyor burada. Mektup yazma gayreti içinde olanlar, bu mektupların “özel” olmadıklarını da bilmeleri gerekiyor ayrıca. Bir gün yayımlanma tehlikesi mutlaka bulunmakta.
Sonra, “Zaman” denen bir kavram
vardı eskiden, mektuplar belirli bir süre zarfında okuyucuyla buluşurdu.
Şimdi her şey değişti. Bir çırpıda
yayımlanıyor edebiyatçıların mektupları.
Teknoloji yığınlarıyla, “kâğıt
mektup”un o kalın, mahrem, edebî çizgisini çekmeli burada.
Pekâlâ, Edebiyat dünyasından
mektuplar?
Türk Dili Dergisi Mektup Özel
Sayısı’nda okudum, yirmi bini aşkın mektup yazmış George Sand !
Çılgınlık.
Ve farklı kişilerden, kişiliklerden
çeşitlik içeren mektuplar…
Onu da bir başka yazıya…
Not: Edebiyat Burada adlı kültür-sanat sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder