15 Nisan 2020 Çarşamba

İyi Şanslar


Hepimizin zaman zaman üzüldüğü, hayal kırıklığına uğradığı, karamsarlığa kapıldığı anlar mutlaka olmuştur. Bunlar, insan olmamızın bize getirmiş olduğu-çok doğal- bazı durumlar. Bu gibi durumlara, aşırı tepkiler gösteren, her fırsatta durumunu dillendiren, size şikâyet eden yakın arkadaşımıza da, “Depresyona girmişsin sen !” der,  kestirip atmaz mıyız? Hâlbuki bir vakit biz de yaşamışızdır böylesi karamsarlıklar, hayal kırıklıkları, hüzünler; melankoli… Dertsiz, tasasız bir dünya düşünülebilir mi?

İnsan psikolojisi hakkında yazılmış kitapları okuyanlar bilecekler: Yer yer, ‘sıfır stres yoktur’, diye tekrarlara giderler. Hatırlatma gereği duydum: “Sıfır stres, ölümdür !”

Ivy M. Blackburn’ün Depresyon ve Başaçıkma Yolları adlı kitabı, normal “keder” ve “mutsuzluk” durumu ile “depresyon” arasındaki ayrımı yapabilmemde bazı ipuçları verdi bana. Bir kere şunu bilmemiz gerekiyor: Her hayal kırıklığına uğrayan, üzülen, karamsarlığa kapılan kişiler, depresyon hastası değildirler!

Depresyon, ciddi ve acı veren bir rahatsızlık olduğu bilinir. Bütün yaşamımızı da etkileyen bir durumdur çünkü; ciddiyet derecesi kişiden kişiye değişse de…

“Depresyon hastası olduğumuzu nasıl anlarız?” “Bu durumdan nasıl kurtuluruz?” İşte bu sorulara cevap veriyordu kitap.

Biyolojik, psikolojik ve zihinsel faktörlerin bu hastalıkta önemli payı olduğunu belirtiyordu yazar. Örneğin bir yerde, depresyon geçirmiş biriyle kan bağı olan yakın akrabaların depresyona girme olasılığının, kan bağı olmayanlara kıyasla daha yüksek olduğunu belirtiyordu: Bu genetik boyutu! Yani biyolojik. Psikolojik boyutunda ise, belli bir “duruma tepki” olarak baş gösteren bir şey vardı. Örnekse: Ölüm karşısında bir kayıp duygusu yaşamaz mıyız?

Konu hakkında Blackburn, Freud’un bir modelinden bahsediyor. Kitaptan, olduğu gibi naklediyorum: “Sigmund Freud, yıllarca, depresyonda yaşanan bu ‘kayıp’ duygusunu, ölüm gibi büyük kayıplar karşısında yaşanan ‘yas reaksiyonu’ modeliyle açıklamaya çalışmıştı.”

Ayrılıklarda da bu kayıp duygusunu derinden yaşayanlar var elbet. Kitaptan örneklerle bazı başlıkları paylaşmak isterim:

“Aşırı Genelleme”(Başımıza hoş olmayan bir olay geldiği için, bunun her zaman böyle olacağını düşünmek.), “Kişileştirme”(Olumsuz olaylardan yalnızca kendimizi sorumlu tutma.), “Siyah ya da Beyaz (ya hep ya hiç) tarzı düşünceler”(Diğer insanlar mutludur, siz değilsinizdir.), “Hemen Sonuca Atlama”(Bana aldırış etmiyorlar, değer vermiyorlar, düşüncesi.), “Felaket Haline Getirme”(Korkunç hata yaptım, insan içine çıkamıyorum, düşüncesi.), “Olumluyu Değiştirme”(Birisi dış görünüşünüzle ilgili bir kompliman yapıyor, ama siz;“Bu yalnızca sözleri, aslında ne kadar berbat göründüğümü biliyor, düşüncesi.), ‘Meli’ ‘Malı’ Kurallar”(Gerek kendimizin, gerekse diğer insanlar için, gelişi-güzel ve yerine getirilmesi mümkün olmayan kurallar koyan bir öğretmen gibi davranmak.)”

Söylemem yersiz, bu gibi duyguları hat safhada, çok uçlarda yaşadığımızı anladığımızda, derhal bir sağlık merkezine başvurmamız gerekiyor. Kitap, bize bu durumlarla başa çıkma yollarını, depresyonla savaşmayı; kendi kendimize kaldığımızda neler yapabileceğimizi aktarıyor. Ancak bu bilgileri, bir uzman kontrolünde hayatımıza uygulamamızın daha sağlıklı olacağını da vurguluyor. 
Hiç şüphesiz, bu konularda profesyonel yardım almak en sağlıklı yol olmalıdır.

Fakat kitap, anket aracılığıyla kendimiz hakkında birtakım ölçümler yapmamız için de bir bölüm ayırmış. Soru cevap şeklinde yapılan bu anket, bir derecelendirme sistemi: “Beck Depresyon Ölçeği”
Daha önce Amerikan toplumuna uygulanmış bu ölçeğin soruları, kitapta Türkiye toplumuna göre yeniden uyarlanmış. Kitabın çevirmenlerini de bu vesileyle analım: R. Neslihan Rugancı, Nesrin H. Şahin.

Depresyonun tedavisi hakkında teknik ayrıntılarına girildiği üçüncü bölümde okuyucuya bir uyarı var: ”Dileyen okuyucu bu bölümü atlayabilir.”

Kitabın tamamına bakarsak, genel okuyucuya yönelik, yalın bir dil ile anlatılmış. Akademik bir dili yok: Bu açıdan rahat okunan bir kitap olduğunu söylemeliyim.

Kitabı okuyup bitirince geçen yıllarda kısa bir zaman arkadaşlığını paylaştığım “hayvan dostum” “Şans” gelmişti aklıma. Mecburi bir ayrılık yaşamıştım. Ayrıntılarına girmeyelim: Ölmedi, korkmayın! Şans’ın şimdi çok güzel bir ailesi var.

O gidince, gözyaşlarıma hâkim olamamış, ağlamıştım.

Sonraki günlerde de sürekli gözyaşlarımı tutamıyordum. Günlerce onun yokluğunu odamda hissetmiştim. Şans’ın gittiği günlerin haftasında günceme şunları yazmışım: ”Kitap okuyordum, şimdi ara verdim. Nasıl da alışmışım Şans’a. Şans için derdim ya, ne kadar da sessiz bir köpek. Şimdi onun nefes alış-verişlerini dahi özlüyorum. Asıl şimdi şimdi sessizliğin farkına varıyorum. Daha önce hayatımı paylaşan bir dostum varmış. Şimdi yok! Sürekli ağlıyorum!”

Tabii, bu durumu sonra sonra atlattım. Ayrılığın her türlüsü çok kötü elbette, ama bir insanın kendini bu kadar üzmesi doğru mu?

İşte kitap, depresyon nezdinde, bu soruya da cevap arıyordu.                                      

Edinburgh’un ana caddesinde, bir köpek heykeli olduğu söylenir: Bu heykel, 1858’de ölen sahibinin mezarını 14 yıl boyunca, kendi ölümüne değin, oturup bekleyen bu küçük köpeğin anısınadır.
Acaba, bu sadık dostumuz depresyona mı girmişti?

Hatırlatmakta fayda var, ister depresyonda olalım, ister olmayalım, “Depresyon ve Başaçıkma Yolları”(Remzi Kitapevi), -biz okurlara- yaşamdan daha fazla zevk alabilmemiz için yardımcı olmaya çalışıyor.

İyi “Şans”lar…

07 Temmuz 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder