Hepimizin zaman zaman üzüldüğü, hayal
kırıklığına uğradığı, karamsarlığa kapıldığı anlar mutlaka olmuştur. Bunlar,
insan olmamızın bize getirmiş olduğu-çok doğal- bazı durumlar. Bu gibi
durumlara, aşırı tepkiler gösteren, her fırsatta durumunu dillendiren, size
şikâyet eden yakın arkadaşımıza da, “Depresyona girmişsin sen !” der,
kestirip atmaz mıyız? Hâlbuki bir vakit biz de yaşamışızdır böylesi
karamsarlıklar, hayal kırıklıkları, hüzünler; melankoli… Dertsiz, tasasız bir
dünya düşünülebilir mi?
İnsan psikolojisi hakkında yazılmış kitapları okuyanlar bilecekler: Yer yer, ‘sıfır stres yoktur’, diye tekrarlara giderler. Hatırlatma gereği duydum: “Sıfır stres, ölümdür !”
İnsan psikolojisi hakkında yazılmış kitapları okuyanlar bilecekler: Yer yer, ‘sıfır stres yoktur’, diye tekrarlara giderler. Hatırlatma gereği duydum: “Sıfır stres, ölümdür !”
Ivy M. Blackburn’ün Depresyon ve
Başaçıkma Yolları adlı kitabı, normal “keder” ve “mutsuzluk” durumu ile
“depresyon” arasındaki ayrımı yapabilmemde bazı ipuçları verdi bana. Bir kere
şunu bilmemiz gerekiyor: Her hayal kırıklığına uğrayan, üzülen, karamsarlığa
kapılan kişiler, depresyon hastası değildirler!
Depresyon, ciddi ve acı veren bir rahatsızlık olduğu bilinir. Bütün yaşamımızı da etkileyen bir durumdur çünkü; ciddiyet derecesi kişiden kişiye değişse de…
“Depresyon hastası olduğumuzu nasıl anlarız?” “Bu durumdan nasıl kurtuluruz?” İşte bu sorulara cevap veriyordu kitap.
Depresyon, ciddi ve acı veren bir rahatsızlık olduğu bilinir. Bütün yaşamımızı da etkileyen bir durumdur çünkü; ciddiyet derecesi kişiden kişiye değişse de…
“Depresyon hastası olduğumuzu nasıl anlarız?” “Bu durumdan nasıl kurtuluruz?” İşte bu sorulara cevap veriyordu kitap.
Biyolojik, psikolojik ve zihinsel
faktörlerin bu hastalıkta önemli payı olduğunu belirtiyordu yazar. Örneğin bir
yerde, depresyon geçirmiş biriyle kan bağı olan yakın akrabaların depresyona
girme olasılığının, kan bağı olmayanlara kıyasla daha yüksek olduğunu
belirtiyordu: Bu genetik boyutu! Yani biyolojik. Psikolojik boyutunda ise,
belli bir “duruma tepki” olarak baş gösteren bir şey vardı. Örnekse: Ölüm
karşısında bir kayıp duygusu yaşamaz mıyız?
Konu hakkında Blackburn, Freud’un bir
modelinden bahsediyor. Kitaptan, olduğu gibi naklediyorum: “Sigmund Freud,
yıllarca, depresyonda yaşanan bu ‘kayıp’ duygusunu, ölüm gibi büyük kayıplar
karşısında yaşanan ‘yas reaksiyonu’ modeliyle açıklamaya çalışmıştı.”
Ayrılıklarda da bu kayıp duygusunu
derinden yaşayanlar var elbet. Kitaptan örneklerle bazı başlıkları paylaşmak
isterim:
“Aşırı Genelleme”(Başımıza hoş olmayan
bir olay geldiği için, bunun her zaman böyle olacağını düşünmek.),
“Kişileştirme”(Olumsuz olaylardan yalnızca kendimizi sorumlu tutma.), “Siyah ya
da Beyaz (ya hep ya hiç) tarzı düşünceler”(Diğer insanlar mutludur, siz
değilsinizdir.), “Hemen Sonuca Atlama”(Bana aldırış etmiyorlar, değer
vermiyorlar, düşüncesi.), “Felaket Haline Getirme”(Korkunç hata yaptım, insan
içine çıkamıyorum, düşüncesi.), “Olumluyu Değiştirme”(Birisi dış görünüşünüzle
ilgili bir kompliman yapıyor, ama siz;“Bu yalnızca sözleri, aslında ne kadar
berbat göründüğümü biliyor, düşüncesi.), ‘Meli’ ‘Malı’ Kurallar”(Gerek
kendimizin, gerekse diğer insanlar için, gelişi-güzel ve yerine getirilmesi
mümkün olmayan kurallar koyan bir öğretmen gibi davranmak.)”
Söylemem yersiz, bu gibi duyguları hat
safhada, çok uçlarda yaşadığımızı anladığımızda, derhal bir sağlık merkezine
başvurmamız gerekiyor. Kitap, bize bu durumlarla başa çıkma yollarını,
depresyonla savaşmayı; kendi kendimize kaldığımızda neler yapabileceğimizi
aktarıyor. Ancak bu bilgileri, bir uzman kontrolünde hayatımıza uygulamamızın
daha sağlıklı olacağını da vurguluyor.
Hiç şüphesiz, bu konularda profesyonel
yardım almak en sağlıklı yol olmalıdır.
Fakat kitap, anket aracılığıyla kendimiz
hakkında birtakım ölçümler yapmamız için de bir bölüm ayırmış. Soru cevap
şeklinde yapılan bu anket, bir derecelendirme sistemi: “Beck Depresyon Ölçeği”
Daha önce Amerikan toplumuna uygulanmış
bu ölçeğin soruları, kitapta Türkiye toplumuna göre yeniden uyarlanmış. Kitabın
çevirmenlerini de bu vesileyle analım: R. Neslihan Rugancı, Nesrin H. Şahin.
Depresyonun tedavisi hakkında teknik
ayrıntılarına girildiği üçüncü bölümde okuyucuya bir uyarı var: ”Dileyen
okuyucu bu bölümü atlayabilir.”
Kitabın tamamına bakarsak, genel
okuyucuya yönelik, yalın bir dil ile anlatılmış. Akademik bir dili yok: Bu
açıdan rahat okunan bir kitap olduğunu söylemeliyim.
Kitabı okuyup bitirince geçen yıllarda
kısa bir zaman arkadaşlığını paylaştığım “hayvan dostum” “Şans” gelmişti
aklıma. Mecburi bir ayrılık yaşamıştım. Ayrıntılarına girmeyelim: Ölmedi,
korkmayın! Şans’ın şimdi çok güzel bir ailesi var.
O gidince, gözyaşlarıma hâkim olamamış,
ağlamıştım.
Sonraki günlerde de sürekli gözyaşlarımı
tutamıyordum. Günlerce onun yokluğunu odamda hissetmiştim. Şans’ın gittiği
günlerin haftasında günceme şunları yazmışım: ”Kitap okuyordum, şimdi ara
verdim. Nasıl da alışmışım Şans’a. Şans için derdim ya, ne kadar da sessiz bir
köpek. Şimdi onun nefes alış-verişlerini dahi özlüyorum. Asıl şimdi şimdi
sessizliğin farkına varıyorum. Daha önce hayatımı paylaşan bir dostum varmış.
Şimdi yok! Sürekli ağlıyorum!”
Tabii, bu durumu sonra sonra atlattım.
Ayrılığın her türlüsü çok kötü elbette, ama bir insanın kendini bu kadar üzmesi
doğru mu?
İşte kitap, depresyon nezdinde, bu
soruya da cevap
arıyordu.
Edinburgh’un ana caddesinde, bir köpek
heykeli olduğu söylenir: Bu heykel, 1858’de ölen sahibinin mezarını 14 yıl
boyunca, kendi ölümüne değin, oturup bekleyen bu küçük köpeğin anısınadır.
Acaba, bu sadık dostumuz depresyona mı girmişti?
Acaba, bu sadık dostumuz depresyona mı girmişti?
Hatırlatmakta fayda var, ister
depresyonda olalım, ister olmayalım, “Depresyon ve Başaçıkma Yolları”(Remzi
Kitapevi), -biz okurlara- yaşamdan daha fazla zevk alabilmemiz için yardımcı
olmaya çalışıyor.
İyi “Şans”lar…
İyi “Şans”lar…
07 Temmuz 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder